You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

Atatürk’ün Anne ve Babası Alevi miydi?

Atatürk’ün Anne ve Babası Alevi miydi?

Administrator
Atatürk’ün Anne ve Babası Alevi miydi?
Atatürk’ün anne ve baba soyunun ayrı ayrı Anadolu’ dan Balkanlar’ a gittikleri ve Karamanoğulları ile ilgileri bilinmektedir.

İddialara göre:

’Atatürk’ün annesinin babası Sofuzâde Feyzullah Efendi’ nin kökeni büyük olasılıkla, Babai babası Nure Sufi’ nin soyuna dayanır.

Diğer yandan Atatürk, baba tarafından da Kızıl Hafız ve Kızılkocalılar yoluyla Anadolu Alevileri’ ne kadar gider.

Kızılkocalı Türkmenler, Rumeli Aleviliği’ nin kolu olarak bilinir.

Atatürk’ün dedesine ’Kızıl Hafız’ denmesi ve Zübeyde Hanım’ ın babasının ’Sufi Feyzullah’ diye tanınması bu bakımdan anlamlıdır.

Atatürk’ün babasının adının Ali Rıza olması da ilginçtir. Zira, Alevilerce 8 nci İmam’ın adı, Ali Rıza’ dır.

Bu anlayış ve inanışa göre, dolayısıyla Atatürk’ ün anne ve babasının soyu Alevidir.’

***

Alevilik, İslâm’da, en belirgin özelliği Hz. Muhammed’ in ehl-i beyti ve soyuna, yani Hz. Ali ve soyuna gösterilen sevgi ve yandaşlık olan siyasal ve itikadi grupların genel adıdır.

Bir değerlendirmeye göre, Alevilik Türkler’ in Orta Asya’ daki yaşam biçimleri, kültürleri örf, adet, gelenek ve görenekleri ile Müslümanlık inancının kaynaşmasından doğmuştur.

Prof. Dr. Fuat Bozkurt’ un tespit ve değerlendirmelerine göre:

’ Alevilik’ sözü Hz. Ali’ yi sevmek ve saymak anlamındadır. Bilindiği gibi Hz.Ali, İslâm Peygamberi Hz. Muhammed’ in amcası oğlu, damadı ve dördüncü halifedir.

Ali yandaşlığı İslâm içinde Peygamber’ in ölümünden sonra başlar. Alevilik, ’Ali’yi tutan’, ’ Ali’ nin yolunda giden’, ’ Ali’ ye bağlanan’ gibi anlamlara gelir. Daha sonra bir inanç akımı niteliği kazanır. Belli bir topluluğun görüşlerini dile getiren özel bir kavram olarak anlaşılır. Bugün ’ Alevilik’ denince anlaşılması gereken inançtan çok bir yaşama kuralı, yaşayış biçimidir.

Bir başka değerlendirmeye göre de, Alevilik, Anadolu’ ya ve Anadolu’ nun Türkmen halkına özgü bir tür İslâm’ dır.

Orta Asya’dan gelirken kendi Şamanist inançlarına Hz. Ali taraftarı olmayı da katan göçebe Türkmenler, 13 ncü yüzyıldan itibaren Anadolu Selçuklu ve daha sonra Osmanlı Devleti’ nin kuruluşunda önemli pay sahibi olmuşlar, ne var ki Yavuz Sultan Selim( 1512-1520)’ den itibaren zaman zaman büyük haksızlıklara uğramışlardı.

Baskı politikası sürdürüldü; ölüm cezası veren fermanlar, fetvalar, ülke dışına sürgünler, köy göçürmeler sık sık görülen olaylardı.

Bu nedenle olsa gerek, Aleviler, kendilerini sürekli baskı altında tutan Osmanlı Devleti’ nden kalan topraklar üzerinde verilen Kurtuluş Savaşı’ na gönülden katıldılar.

Osmanlı İmparatorluğu’ nda, siyasal bir ideoloji durumuna gelen ümmetçilik, ulusların ortaya çıkmasını engellemişti.

Önemli olan şu yada bu ulustan olmak değil, Müslüman olmaktı. Müslüman olmak büyük bir övgü kaynağıydı. Uluslar sürekli küçümsendi.

Sözgelimi, XVI ncı yy. şairlerinden Ahmedi, Manavgat yöresinde yaşayan Türkmenler’ i anlatırken şöyle diyordu:

’ Sordular Adem’ e onlar senin neslinden midir? Ol cevap verdi, haşa öyle bir şey olsaydı Havva’ yı üç tâlâk boşardım.’

Naima, Türkler’den söz ederken ’ etrak- ı bi- idrak’ ( idraksiz Türkler ) diyordu. Naima tarihinde Türk’ ün horlandığına, aşağı görüldüğüne dair pek çok örnek vardır.

İran’da gelişip büyüyen Şii hareketi Anadolu’ da büyük bir gelişme gösterdiği zaman, Osmanlı ozanlarından biri, Şah İsmail’e şöyle seslenmişti:

’ Taktın da başına murassa pelid

Bi-idrak etraki eyledin mürid.’

Osmanlı ozanı, ’ avanak’ Türkler ile ilişki kurduğu için, Şah İsmail’ i küçümsemişti.

Türk, Doğu Anadolu’ da Kızılbaş, İstanbul’ da kaba ve köylü anlamına geliyordu.

Şevket Süreyya Aydemir, Birinci Dünya Savaşı sırasında cephede yaşadığı olayı şöyle anlatmıştı:

’ Biz Türk değil miyiz?’ diye sorunca, ’ estağfurullah’ diye cevap verenlerin görüşüne göre Türk demek, Kızılbaş demektir. Kızılbaşlığın ise ne demek olduğu bilinmiyordu.

Anadolu’da vaktiyle binlerce, on binlerce insan Kızılbaş oldukları için öldürülmüştü. Gerçi bu öldürülenler gerçek saf Türk aşiretler halkı, Oğuz Türkleri’ ydiler.’

Türk halkını iyi tanıyan Atatürk, Kurtuluş Savaşı’ na başlarken, Hacı Bektaş tekkesine uğramış ve tekkenin son postnişinden destek istemişti.

Atatürk, Alevi cemaatinden büyük yakınlık gördü.

Hatta bazı tekkeler, İstanbul’ dan Anadolu’ ya kaçmak isteyenlerin saklandıkları ve barındığı yerler olarak kullanıldı.

Kurtuluş Savaşı sırasında oluşturulan Meclis’ te, Alevi önderleri yer aldı.

Osmanlı döneminde gördükleri baskının izleri anılarda yer alan Aleviler, buna karşın Osmanlı’ dan köklü bir kopuş anlamına gelen Cumhuriyet’ i benimsediler. Bu benimsemeyi sağlayan en önemli unsurlardan birisi de, Atatürk’ ün kendisiydi. Atatürk, hayatı boyunca Aleviler’ in desteğini hep arkasında hissetti.

Osmanlı yönetimi, Kurtuluş Savaşı’ nı başlatan Mustafa Kemal Paşa’ yı ölüme mahkum ederken Aleviler, Mustafa Kemal’ i kurtarıcı kabul ettiler.

Atatürk ile Aleviliğin tarihsel yaklaşımını değerlendiren farklı görüşlere göre:

Atatürk’ ün soyu Kızılcaoğulları, Rumeli Aleviliği’ nin Anadolu koludur. Bu kolun anayurdu Tokat-Almus Tozanlı Vadisi’ dir. Bugün, buralarda yaşayanların tümü Alevi’ dir.

Bu bölge ve çevresinde, 1410 yıllarında ’ Kızıl Ahmetliler Beyliği’ kurulmuş, bu beylik 2 nci Murat’ ın Amasya Valisi Yörgüç Paşa’ nın düzenlediği sefer sonunda ortadan kaldırılmış, Türkmenler Anadolu’ nun değişik yerlerine dağıtılmışlardı.

Bu dağıtılan Kızıl Oğuz Türkmenleri’ nin büyük bir bölümü, Fatih Sultan Mehmet zamanında, Selânik, Manastır ve Yanya illerine yerleştirilmişlerdi.

İddiaya göre, Atatürk’ün doğal, toplumsal, düşünsel ve inançsal çevresi ile babası Ali Rıza Efendi de Bektaşi’ ydi.

Yine iddiaya göre, Bektaşi olan Abdülkerim Paşa, Mustafa Kemal ile haberleşirken özel Bektaşi şifreleri kullanmıştı.( Bknz: Mete Tuncay, Milliyet Sanat, Sayı:246, Sayfa 25)

Cemal Şener, ’ Atatürk ve Aleviler’ isimli çalışmasında diyor ki:

’ Mustafa Kemal’in anne ve baba tarafından sülâle köküne bakıldığında, bir yanı ’Sûfi Nûre’ diye adlandırılan Babailiğe- Bektaşiliğe uzanabilirken, bir yandan ise; ’Kızıl Hafız’ ve ’Kızılkocalılar’ yoluyla adeta Anadolu Kızılbaşları’ na giden bir yol olarak görülüyor’

’ Atatürk ve Aleviler’ başlıklı yazısında, Can Dündar da, şu tespitlerde bulunmaktadır:

’’Ankara’ya hareket eden Mustafa Kemal, yolda Hacı Bektaş’ a uğrar. Mahzar Müfit’ e göre o dönem Anadolu’ da bulunan 3- 4 milyon kadar Alevi, Hacı Bektaş’ taki Çelebi Cemalettin Efendi ve dede postu vekili Salih Niyazi Baba’ ya bağlıdırlar. Mustafa Kemal, Alevi cemaatini milli mücadeleye katabilmek için onlarla görüşmek ister.

Aslında- genel olarak pek dillendirilmese de- Mustafa Kemal, zaten Bektaşiliğe çok yakındır. Doğup büyüdüğü Selânik ve genelde Rumeli bölgesi Bektaşi dergâhlarının yoğun olduğu bir bölgedir. Hüseyin Şekercioğlu’nun Atatürk’ün baba soyu üzerine yaptığı araştırmaya göre ( Türk Kültürü Dergisi, Sayı:245 ) Ali Rıza Efendi, Anadolu’dan koparılıp Rumeli’ye yerleştirilmiş Kızıl Kocalı Türkmenleri boyundandır.

Falih Rıfkı Atay, ’Çankaya’ kitabında, Kılıçoğlu Hakkı’ ya atfen, Mustafa Kemal’ in, Harbiye yıllarında tatillerde Selânik’ e geldiğinde Şeyh Rıfat Efendi’nin tekkesine gidip, dervişler halkası içinde ayinlere katıldığını yazar.

Mustafa Kemal de, Nutuk’ ta, Selânik’ ten arkadaşı olan Abdülkerim Paşa ile telgraflaşmalarını anlatırken Paşa’ nın, kendisine ’ Kutb-ul Akrap’ yani ’Kutuplar Kutbu’ diye hitap ettiğini anlatır. Bu Bektaşiliğin en üst derecesi için kullanılan bir terimdir.

Bu mazinin de katkısıyla olsa gerek, Mustafa Kemal, Çelebi Cemalettin Efendi ile çok iyi bir diyalog kurar.’

Bütün bu anlatılanlar ve iddialardan sonra, şöyle bir değerlendirme yapılabilir:

Oğuzlar’ın Avşar boyundan geldikleri ileri sürülen Karamanlılar’ ın boy başkanı, bir Babai dervişi olan Nure Sufi ( ö:1250) idi.

Karaman Beyliği ( 1256-1483)’nin kurucu da, Nure Sufi’ nin oğlu Kerimeddin Karaman Bey’ di.

Atatürk’ün anne ve baba soyunun ayrı ayrı Anadolu’ dan giden Türkmen- Yörükler ile ilgisi bilinmektedir.

Ancak, Atatürk’ün annesinin babasının adının Sofuzâde Feyzullah olduğundan hareketle, anne tarafından Nure Sufi’ nin soyuna dayandığı;

Baba tarafının da Kızıl Hafız ve Kızılkocalılar yoluyla Anadolu Aleviliği’ ne bağlandığı, doğruluğu hiçbir şekilde ispatlanamamış bir iddiadır.

Varsayımlarla ortaya çıkmak, her şartta insanı yanıltır ve yanlış hükümlere vardırır.

Babailik, 13 ncü yüzyılda Anadolu’ da Baba İlyas’ ın müritlerince başlatılan dinsel- siyasal harekettir.

Önderlerinin Baba İlyas olduğu kabul edilirse de, hareketi bir ayaklanmaya dönüştüren onun halifesi Baba İshak’ tır. Baba İlyas’ ın müritleri Babai olarak adlandırılmakla birlikte, Babailik bir tarikat değildir.

Babailer, kendisinden sonraki yüzyıllarda birçok halk hareketine esin kaynağı olmuş, farklı kesimlerin farklılıklarını koruyarak bir araya geldiği toplumsal bir harekettir.

Aleviler’de 8 nci İmam’ ın adının Ali Rıza olması, adı her Ali Rıza olanın Alevi olduğunu göstermez. Ayrıca, Atatürk’ ün ailesinden günümüze gelenler içinde Ali Rıza adı da tespit edilememiştir.

Bir husus daha var:

Alevi inancına göre Hz. Muhammed’ den sonra İslâm bozulmuştur; Peygamber’ den sonra Hz. Ali’ nin halife olması gerekirken, Ebubekir, Ömer, Osman halife olmuşlardır.

Hz. Muhammed’den sonra, Hz. Ömer’in etkisiyle Hz. Ebubekir’e biat edilmiş; Hz. Ebubekir, son aylarına yaklaşınca kendi seçimindeki zorluğu anımsayarak Hz. Ömer’ i vasiyetname ile bizzat seçmişti.

İlginçtir, Ali Rıza Efendi, doğan çocuklarından birine ’ Ömer’ adını vermişti.

Atatürk’ün amcası Hafız Mehmet Efendi, Selânik’te bir mahalle mektebinde hocalık yapıyordu.

Sakalının kırmızı oluşundan dolayı ona ’ Kırmızı Hafız’ diyorlardı. Sakal renginden dolayı, her halde din ve mezhep belirlenemez. Ayrıca, ailede daha sonra ’ Kızıl’ lâkaplı tanınan kimse yoktur. Atatürk’ ün baba soyunun köyü olan Kocacık Köyü’ nde de, ’ Kızıl’ adı veya lâkabı kullanılan bir isim değildir.

Zübeyde Hanım’ın babasının adı, Sofuzâde Feyzullah Ağa’ dır. Sofu: Arapça ŞÃ»fi’ den gelir. Dinin buyruk ve yasaklarına bütünüyle uyan kimse demektir. Sofuzâde de, ’sofuoğlu’ anlamına gelen bir kelimedir.

Mustafa Kemal’in Harbiye ( Harp Okulu) yıllarında, tatillerde Selânik’ e gittiğinde, bir derviş tekkesinde ayinlere katıldığı duyumunu yazan kişi, Falih Rıfkı Atay’ dır.

Atay, bu duyumu şöyle anlatır:

’’Atatürk’ün çocukluğunu ve gençliğini yakından bilen Kılıçoğlu Hakkı, bana yazdığı mektupta der ki:

’Ailece pek yakındık. Zübeyde Molla’ yı ikinci defa kocaya veren benim kaynatam Şeyh Rıfat Efendi’ dir.

Mustafa Kemal tatillerde, Selânik’ te sılaya geldiği vakit, büyük kaynatamın tekkesine gelir, ayin günlerinde dervişler halkasına katılarak, huuu huuu diye, kan ter içinde kalıncaya kadar döner dururmuş.’

Kinross da, Mustafa Kemal’in gençliğinde, bir ara Selânik’ te Bektaşi toplantılarına katıldığını, belirtir.

Atatürk’ün çocukluk, okul ve askerlik arkadaşları arasında 1881 Selânik doğumlu Salih Bozok, 1882 Selânik doğumlu Nuri Conker, 1882 doğumlu Ali Fuat Cebesoy’ un adı önde gelir.

Onların anılarında ne kendilerinin, ne de Mustafa Kemal’ in öğrencilik yıllarında tekkeye ayine gittiğine dair bir ifade yoktur.

Olayı anlatan Kılıçoğlu Hakkı da, Mustafa Kemal’ i tekkede bizzat görmemiş, ancak eşinin babası Şeyh Rıfat Efendi’ nin söylediğini, belirtmiştir.

Bu olayı gören de yoktur, duyan da’

Lord Kinross’un dediği gibi, Mustafa Kemal, öğrenciyken, belki de meraktan bir-iki kere böyle bir toplantıya katılmış olabilir.

Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı sırasında, Abdülkerim Paşa ile Bektaşi şifresiyle haberleşmesi; Abdülkerim Paşa’ nın ’ Kutb-ul Akrap’ deyişinden yola çıkarak, Mustafa Kemal’ in Bektaşiliğin en üst derecesine sahipmiş gibi tanıtılmaya çalışılması, insanı yanıltmaktan başka bir şey değildir.

Esasen, Mustafa Kemal de bu olayı Nutuk’ ta ayrıntılarıyla anlatmaktadır, ortada gizli ve anlaşılamayacak bir durum yoktur.

’’Telgrafı yazan zat, Genelkurmay Tuğgeneralleri’ nden Abdülkerim Paşa’ dır.

’Adı geçen rahmetli Abdülkerim Paşa, benim çok eski bir arkadaşımdı. Pek namuslu, gayretli, temiz kalpli bir vatanseverdi. Selânik’ te, ben Yüzbaşı o Binbaşı olarak aynı büroda çalışmış, yıllarca özel arkadaşlık etmiştik. Rahmetlinin tavır ve durumundan, bir tarikata bağlı olduğu anlaşılıyordu.

Bazı tekkelere devam ettiği de görülmüştür.

Ancak, herhangi bir şeyhe bağlılığını bilen yoktur. Çünkü, kendisini inançları ve vicdani değerlendirmelerinde taşıdığı manevi derece bakımından ’ hasret-i evvel, büyük hazret’ olarak kabul eder, kendi dostluk çevresi içinde yer alanlara, kendisince, karşısındakinde gördüğü yeteneğe uygun ’ hazret, kutup’ gibi makamlar verirdi. Bana, ’ Kutbu’l- Akrap’ ( Kutupların Kutbu ) derdi.

Şimdi açıklayacağım görüşmemizde de bu noktalara tesadüf edeceğiz.

’27/28 Eylül 1919 gecesi, gece yarısına bir saat kala telgraf başında’ karşı karşıya geldik’Abdülkerim Paşa, Sivas’ ta Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ ne adresini yazdırdı ve ’Paşa’ya söyleyiniz anlar; Hazret- i Evvel karşınızdadır’ sözlerini bir çeşit parola gibi ilâve etti.

’Cevabımda, ben de: ’ Abdülkerim Paşa Hazretleri’ ne Kutbu’l- Akrap deyiniz anlar’ diye başladım.’

Bu ifadelerden: Atatürk’ ün her hangi bir tarikata bağlı ve her hangi bir tarikatta her hangi bir rütbeye sahip olmadığı, anlaşılmaktadır. Zaten Atatürk de bunu kabul etmiyor.

Anlatılan, Abdülkerim Paşa’ nın sevdiklerine, kendisince bir paye verdiğidir.

Atatürk’ün baba soyunun köyü Kocacık’ ta ve Kocacık Köyü’ nden Türkiye’ ye gelenler içinde, Atatürk’ ün anne ve baba soyundan günümüze gelenler içinde, bilindiği kadarıyla Alevi yoktur.

Ama, olabilirdi de’

İnsanın inancı, kendi öz benliğinde yaşar.

Kimsenin buna karışmaya ve bunu irdelemeye hakkı yoktur. İnsanın inancının üstü nasıl bir örtü ile örtülürse örtülsün, tüm insanlar etnik kökeni ne olursa olsun, aynı değerdedir.

Değerlendirmeye göre Atatürk Alevi değildir ama, Aleviler’den gördüğü desteği hiçbir zaman unutmamıştır.

Aleviler’de de Atatürk sevgisi bir başkadır.

Bugün Anadolu’ da güler yüzlü, sıcak kanlı insanların evlerinde bir şey hemen dikkati çeker: Evin bir köşesinde bir saz, duvarda asılı Hazreti Ali’ nin resmi ve hemen yanında da Mustafa Kemal’ in bir portresi’

Bu sosyal olgu, Hacı Bektaş’ tan Kazdağı’ndaki Tahtacı Köyü’ ne, Toroslar’ daki Yörük çadırından Anadolu’nun en ücra yerlerindeki mezralara kadar böyledir.

http://www.ah****kyol.net/ataturkun-anne...evi-miydi/

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren Pir Zöhre Ana Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri İletişim bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.