You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

Karma Eğitim Mecburiyetinden Kurtulma Zamanı

Karma Eğitim Mecburiyetinden Kurtulma Zamanı

Administrator
Karma Eğitim Mecburiyetinden Kurtulma Zamanı
Müslüman İspanya’nın medreselerinin kapılarında şu levha yer almıştır: ’Dünya yalnızca dört sütun üzerinde durur: Âlimlerin ilmi, büyüklerin adaleti, doğruların duası ve yiğitlerin kahramanlığı.’[1]

Türkiye’de eğitim; öğretim üyesi, öğretmen, öğrenci, yönetici, memur ve diğer görevliler olmak üzere yaklaşık yirmi milyon kişinin doğrudan etkilendiği bir alandır.

Genel bütçeden ayrılan parayı,toplumsal beklentileri, velileri, bu alanayatırım yapmış ticari örgütleri, eğitimdekatsayı uygulamasını ve başörtüsü sorununu da dâhil ettiğimizde, toplumuntamamını ilgilendiren bir konu olduğu gerçeğine kolayca ulaşabiliriz.

Eğitim, teorik olarak, ’toplum tarafından onaylanan değerlerin yeni kuşaklara aktarılmasını sağlamak, yönlendirilmiş bir öğrenmeyi gerçekleştirmek için oluşturulmuş bir sistem’ biçiminde tanımlansa da, çoğu kez iktidarı elinde tutan gücün iradesi doğrultusunda, gerekirse topluma rağmen yönlendirilmiş bir alandır. Bu yüzden bir ülkenin eğitimsistemini, o ülkenin genel yönetim sisteminden, ideolojisinden ayrı düşünmek imkânsızdır. Bu durum, eğitimdenbeklenenleri belirlediği gibi okullardaki yönetim biçiminin kriterlerini de belirlemektedir.

Çocuk-eğitim ilişkisini tarihsel bir süreç içinde izlemek istersek, başlangıçta ailelerçocuklarını kendileri eğitirken; insanlartoplum haline gelip ilişkiler karmaşıklaşıp öğrenilecek şeyler çoğaldıkça eğitim işi vakıflara, dini kurumlara, araştırmamerkezlerine bırakılmıştır. Uzun süre devam eden bu eğitim biçimi, devletlerin dinle aralarına mesafe koymasıyla da zorunlu olarak günümüzdeki yaygın uygulamalaradönüşmüştür.

Bu bağlamda, Şerif Mardin, İmparatorluktan Cumhuriyete geçişi şu dört ’sosyal veri’ ile açıklamaktadır:
-Kişilerin otoritesi üstüne kurulu bir onur anlayışından, kurallar ve yasalar üstüne kurulu bir onur anlayışına geçiş,
-Kâinat düzenini anlamada, dinden pozitif bilim anlayışına geçiş (Jön Türk neslinin sloganı: ’Halkın bilimi dindir, aydınların dini bilimdir.’; Mustafa kemal’in, ’Hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ sözünü bu anlamda değerlendirmek lazımdır).
-Avam-havas (halk-seçkinler) ayrılıkları üstüne kurulmuş bir topluluktan halkçı bir topluluğa geçiş,
-Ümmet topluluğundan bir ulus devlete geçiş.
Cumhuriyet dönemi eğitim sistemini de, bu dönüşümlerin içinde barındırdığı felsefi öncüllerin ışığında anlamak gerekir. Osmanlı Devleti, XVII. yüzyıla kadar kendisine üstünlüksağlayan ’Ulû’l-emre itaat anlayışı, inanıyorum o halde varım zihniyeti, devletin temeli adalettir anlayışı, toprak sistemi, kapıkulu sistemi, millet sistemi’nde bozulmalar başlayınca, aynı yüzyılda Avrupa, Ortaçağ’dan modern çağa geçerken, Osmanlı ise tam aksine klasik çağından Ortaçağ şartlarına sürüklenmiştir. Osmanlı Devleti bunun farkına varmışsa da, kendi mazisiyle Avrupa arasında sıkışıp kalmış, ne mazisine dönebilmiş neAvrupa’ya benzeyebilmiş ne de yeni bir çözüm yolu veya alternatif bulabilmiştir. Dolayısıyla yıkılmaktan kendini kurtaramamıştır.
Bu sürecin sonunda, toplumun yönetiminden sorumlu üst düzey yöneticilerle birlikte aydın takımının birçoğunda, 1900 yılının başından itibaren halkın inanç, töre, değer yargılarının, kısacası bütünüyle yaşantısının yararsızlığına, yetersizliğine, zararlı, tutucu, ilerlemeyi, gelişmeyi engelleyici nitelikte olduğuna dair düşünce; bu düşüncenin bürokraside giderek saplantıya dönüşmesi sonunda ise, ’toplumu bunlardan kurtarma, kökünden sökme, toptan kaldırıp atma’ gibi görüşler yaygınlık kazanmıştır. Bu anlayıştan hareketle, Cumhuriyet ile birlikte yeni bir ’makbul vatandaş’ (kabul edilen, beğenilen, hoş karşılanan geçerli insan) arayışı başlamıştır. ’Yeni insana ve makbul vatandaşa ulaşacağım, yanlışları ortadan kaldıracağım’ derken, kurunun yanında yaş da yanmış, bu durum, halkın devletine olan inancını aşındırmış, varoluşuna anlam katan değer yargılarına da zarar verenuygulamalara gidilmiştir.

Bu giderek yaygınlık kazanan zihniyeti en çok Yakup Kadri’nin ’Yaban’ romanında buluruz. Mesela, eserde, köye gelen şeyh efendi’nin, ’Düşmanlar Türklere yardım edecektir ve Kraliçe Müslüman olacaktır’ dediğini; başka bir yerde roman kahramanı, malul bir subay-aydının, üzerinde İngilizce yazılar bulunan kutuya bakarak, ’Fakat tuhaf bir ilgiyle eğildim, elime aldım, baktım adeta bir eski aşinayı görür gibi oldum. Ben bu topraklarda, işte bu teneke kutunun eşiyim’; başka bir yerde, ’Her memleketin köylüsüyle okumuş yazmış zümresi arasında aynı derin uçurum var mıdır? Bilmiyorum! Fakat okumuş bir İstanbulçocuğu ile Anadolu köylüsü arasındaki fark, bir Londralı İngiliz ile bir Pencaplı Hintli arasındaki farklardan daha büyüktür’ dediğini okuruz. Yani daha baştan, topyekûn bir Anadolu coğrafyasının bir sürü aşağılayıcı, küçümseyici yargılarla etiketlendiğine, bir ötekileştirmeye maruz bırakıldığına tanık oluruz.

O dönem romanlarında ve diğer sanat dallarında yer verilen zihniyet çatışmalarında, sorunun özüne inilmediğini görüyoruz. Bu tartışmada ileri sürülen, ’1800 yılında bile ülkeninhiçbir bölgesinde okur-yazar oranı yüzde 5’i geçmiyordu ve bütün ülkedeki okur-yazarlığın da yüzde bir olması muhtemeldi. Ahmet Mithat Efendi, okuma yazma bilmeyenlerin nüfusun yüzde 90-95’i kadar olduklarını, bunların kalemsiz ve dilsiz olduklarını yazıyordu’[2] gibi istatistiklerin Batı’yla karşılaştırılması anlamsızdır. Çünkü Batı, ’Sanayi Devrimi’yle tarım ekonomisinden makine ekonomisine geçmiş, zenginliğini büyük ölçüde artırmış; temizlik, sağlık ve konfor standartlarında önemli gelişmeler sağlamıştır. Bütün bu gelişmelerin sonucunda, yeni bir insan tipine gereksinim duyulmuştur. Buna siyasal devrimler de ilave edildiğinde, eğitimin kitleselleşmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır.

Meydana gelen bilimsel ve teknolojik gelişmeler, diğer devletleri etkilediği gibi, Osmanlı devlet yapısını da derinden etkilemiştir. Bu durum, Osmanlı’da da yeni bir insan modeline gereksinim olduğunu hissettirmiş ve eğitimde yeni yaklaşımların ve kurumların yolunu açmıştır. Bu anlamda, II. Abdülhamit döneminde Fransız eğitim sistemi örnek alınarak, devlet teşkilatına yönetici yetiştirmek amacıyla Mekteb-i Mülkiye’yi; değişik ırk ve dinden olan çocukları Osmanlılık ideolojisi etrafında birleştirmeyi hedef1eyen Galatasaray Sultanisi’ni; fakir Müslüman-Türk çocuklarına eğitim vermek amacıyla kurulmuş olan Darüşşafaka’yı örnek gösterebiliriz.

2012 Türkiyesi’nde, Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki şartların her bakımdan çok ötesindeyiz. Toplum, artık yaşadığı ülkenin sağlam temeller üzerine inşa edilmesini, sağlam kurallar ve kurumlarının olmasını, siyasilerin ya da bürokrasinin insafına kalmamış bir iyi yönetim biçimi istiyor; devletin, kendi vatandaşını eğitim üzerinden -bugüne kadar yürütülmüş- ’toplum mühendisliği operasyonları’yla dönüştürmeye çalışmaktan vazgeçmesini; generallerin iradesini temsil eden uygulamaları tamamen ortadan kaldırmasını bekliyor.

Katsayı ve başörtüsü yasağının kaldırılmasıyla toplumsal barış bir ölçüde sağlanmıştır. Kendi ülkesinde yabancı muamelesi gören gençlerimizin, Avrupa’nın veya Uzak Doğu’nun kimi ülkelerine giderek tahsillerini devam ettirmeye çalışmaları utancından bir ölçüde kurtulmaya da başladık. Ancak, ideolojik kuşatma, insanları tek tipleştirme konusunda ve çocuklarımızı küçük birer ideolog haline getirmeye çalışan eğitim sisteminde daha yapılacak çok iş var.

Bunlardan biri de, okullarımızda hâlâ uygulanan karma eğitim mecburiyetidir. Yapılan araştırmalar, kızların kendi hemcinsleriyle birlikte aldıkları eğitimde başarı oranının yüzde 40 arttığını; karma eğitime geçildikten sonra, daha az genç kadının fen bilimlerine yöneldiğini ortaya koymaktadır. Ursula Kessels[3], bunun nedenini, karma eğitim veren okullarda kızların ergenlikle daha erken tanışması, karma eğitim veren gruplarda, tek tip eğitim veren okullara göre, kutuplaşmanın daha keskin olmasını göstermekte; bu durumun, henüz oturmamış olan kırılgan kadın kimliklerini tehdit ettiğini; fizik, bilgisayar gibi fen bilimleriyle ilgili oluşmuş önyargıların bu durumun temel nedeni olduğunu açıklamaktadır. Ayrıca, ’sosyal bilimlerde de erkeklerin daha az başarılı olduğu’na dair yargıların da benzer bir koşullanmaya yol açtığını belirtmektedir.[4]

Daha geniş bir açıdan baktığımızda, önyargıların yoğun bulunduğu kültürlerin de bu olumsuz algılamayı beslediğini; bizim kültürümüzün de, toplumsal cinsiyet rolleri açısından kalıp yargılar geliştirme eğiliminde olduğunu görürüz. Bu bağlamda, çocukları kız ve erkek olarak işaretler ve onlara, kültürün onlardan beklentisi olan rolleri öğretiriz; ’Ana kızına taht kurar, kız bahtı kocadan arar. Anasına bak, kızını al; kenarına bak, bezini al’, ’Kızı gönlüne bırakırsan ya davulcuya kaçar (varır) ya zurnacıya’, ’Bir ev (gemi) donanır, bir kız (çıplak) donanmaz’, ’Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün’, ’Kızını dövmeyen, dizini döver’ gibi.

Asıl sorun da burada yatmaktadır. Hem derslerle hem toplumsal rolleriyle ilgili olarak peşin hükümlerden hem de fiziksel şiddetle ilgili olarak henüz kendini savunamayacak yaşta karma eğitime mecbur bırakılan çocuklarımızı ideolojik dayatmadan ve pedagojik yanlıştan kurtarmalıyız. Karma eğitim mecburiyetinden kurtulmanın bir hak ve sorumluluk olduğunu, bizzat 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nda bulabiliyoruz. Kanunda[5], Milli Eğitim Bakanlığı’nın görevleri şöyle sıralanıyor: ’Okul öncesi, ilk ve ortaöğretim çağındaki öğrencileri bedeni, zihni, ahlaki, manevi, sosyal ve kültürel nitelikler yönünden geliştiren ve insan haklarına dayalı toplum yapısının ve küresel düzeyde rekabet gücüne sahip ekonomik sistemin gerektirdiği bilgi ve becerilerle donatarak geleceğe hazırlayan eğitim ve öğretim programlarını tasarlamak, uygulamak, güncellemek; öğretmen ve öğrencilerin eğitim ve öğretim hizmetlerini bu çerçevede yürütmek ve denetlemek.’

Biz de diyoruz ki, Bakanlığa düşen görev, insanları kendi inançlarıyla, kültürleriyle ve pedagojik ilkelerle çelişkiye sokan mecburi karma eğitim uygulamasına son vermek olmalıdır.

Karma eğitim mecburiyeti bir insan hakkı ihlalidir; öğrencinin ve öğrenci velisinin iradesine zorbaca el koymaktır. Bu uygulama, gerekçesini bilimsel verilerden ve uygulamalardan çok, ideolojik olarak kadın-erkek eşitliği fikrinden, insanları, ’okul mu, değerler mi?’ gibi tercih yapmaya zorlayan anlayışlardan devşirmektedir. Birçok Avrupa ülkesi ve Amerika’da bu zorunlu karma eğitime son verildiğini biliyoruz. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde yer alan iki madde bu konuda çok açık uyarılar içermektedir:

-Hiç kimse din veya başka bir inancı sebebiyle bir Devlet, bir kurum, bir kişi veya grup tarafından ayrımcılığa maruz bırakılamaz,
-Bu bildirinin amacı bakımından ’din veya inanca dayanan hoşgörüsüzlük ve ayrımcılık’ deyimi, eşitlik üzerine kurulu bulunan insan haklarının ve temel özgürlüklerin tanınmasını, kullanılmasını veya bunlardan yararlanılmasını hükümsüz kılma veya zedeleme amacı taşıyan veya bu sonucu doğuran, din veya inanca dayalı bir farklılaştırma, dışlama, kısıtlama veya ayrıcalık tanıma anlamına gelir.
Biz şunu öneriyoruz: Bu konu, ideolojik perspektif yerine, insan hakları, inanç, kültür ve pedagoji gibi değerler ve disiplinler açısından ele alınmalıdır. İnsanımızın enerjisini heba eden, özellikle okullarda artan şiddetle birleştiğinde, aileleri çaresiz bırakan yönü daha çok hissedilen mecburi karma eğitime son verilmelidir. İsteyen velinin çocuğunu ayrı okullarda okutabilmesinin yolu açılmalıdır.
Geçmişte çok başarılı olmuş kız ve erkek okullarımız yeniden topluma kazandırılmalıdır. Metin Bostancıoğlu’nun özel okullar yönetmeliğinde yaptığı karma eğitim mecburiyeti getiren değişiklik iptal edilmelidir. En önemlisi, veliler, çocuğuna nasıl bir eğitim aldıracağına kendisi hiçbir baskıya maruz kalmadan, özgürce karar verebilmelidir.

AHMET GÜNDOĞDU
MEMURSEN GENEL BAŞKANI
Senior Member
Karma Eğitim Mecburiyetinden Kurtulma Zamanı
eğitimin gerçek anlamda bilimsel bir şekilde yapılabilmesi, ancak milli devlet anlayışıyla olabilir. şu anki mevcut hükümetin icraatlarını hatırlayacak olursak her eğitim ve öğretim döneminde farklı ve karmaşık sistemleri dayattılar..
zihniyet,, milli düşünceye uzak olduğu için, amaçları kendilerine mani olacak eğitim sistemini baltalamak aslında... bunlar için cahil bir halk daha makbuldür. etraflarında sürekli beyinleri yıkanmış yandaşlarını gördükçe, sanki dönem dönem kendilerini arabistan'da zannediyorlar. ama unuttukları bir şey var. bu memleket ne hainler, ne işgaller gördü... bunlar çok hafif kalır. gerçek yüzleri ortaya çıkar çıkmaz yok olacaklar.. Ata'mızın dediği gibi, " GELDİKLERİ GİBİ GİDECEKLER "
GELİN EY DOSTLARIM BİRLİK OLALIM.
İKİ CİHAN SELVERİNDEN SORALIM
SORULUR SORGULAR DARDA DURALIM
MÜRŞİDİ KAMİL'E KUL OLMADIKÇA...

( PİR ZÖHRE ANA )
Son Düzenleme: 09/03/2012, 22:09, Düzenleyen: elvan_b.

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren Pir Zöhre Ana Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri İletişim bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.