You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

Sorularla Alevilik nedir?

Sorularla Alevilik nedir?

silici
Unregistered
Sorularla Alevilik nedir?
[B]Değerli arkadaşlar aşağıda sorularla alevilik nedir adı altında internette bulduğum bir çalışmayı paylaşıyorum. Sorular ve cevapları tamamen tartışmaya ve yorumlara açıktır. [/B]



"Sorularla Alevilik adlı bu çalışmamız benzerlerinden farklı bir anlama sahiptir. Farklılığı, kullanılan dilin sade, anlaşılır olması ve soruların-cevapların somut ve derinlikli olmasıdır. Konuyla ilgili insanların kafalarındaki çelişkilere çözüm niteliğinde açılımlar var. Yine günlük yasam içerisinde gelişen diyaloglarda ortaya çıkan sorular ve bu sorulara mantıksal, tarihsel, inançsal, toplumsal faktörler ele alınarak verilen bütünlüklü cevaplar var.

Bazı ideolojik saplantıları olan, tarihsel ve toplumsal gerçekliğimizi kabul etmeyen, art niyetli, ön yargılı yaklaşımların sahibi olan kişilerce verdiğimiz cevapların anlaşılmayacak olması bizler acısından anlaşılır bir durumdur. Bizlerin bu çalışmayla amaçladığı inançsal, tarihsel, siyasal, toplumsal etkileri de hesaba katarak Alevilik ve Alevilerle ilgili temel sorulara verdiğimiz cevapların bilinmesidir. Bu cevaplarda inanç gerçekliğimiz, felsefemiz, kültürümüz, tarihimiz, yaşam biçimimiz, sorunlara çözüm önerilerimiz var. Yine bu cevaplarda yaşamsal Aleviliğin nasıl olması gerektiği yönünde işaretler var.

Çalışmamız ön yargısız bir şekilde incelendiğinde anlamlı sonuçlara ulaşılacağı kesindir. Çalışmamızı Hak Erenlerin yolunu layıkıyla sürenlere ithaf ediyoruz. Erenler Aşk İle !

Kavram olarak Alevi kelimesi ne anlama geliyor?

Alevi kelimesi Hz. Ali taraftarı, Hz. Ali yanlısı anlamına geliyor. İslamiyet içerisinde Hz. Ali´yi sevenlere Alevi denilmektedir.

Alevi kavramının oluşum tarihi Hz. Ali`nin yaşadığı dönemde baslar. Hz. Ali daha yasarken bile Ali taraftarı Alevi diye bilinen kişiler vardı. Yani Alevi kavramını dolayısıyla Aleviliği başka yönlere çekme gayreti içerisinde olanlar Alevi kavramını ya Hz. Ali`den çok önceki bir döneme ya da Hz. Ali`den çok sonraki bir döneme ait olduğunu söylüyorlar. Bu her iki iddia da yanlıştır. Doğrusu; Alevi kavramı daha Hz. Ali hayattayken oluşmuştu. Fakat o zamanlar çok dar bir cevre için kullanılıyordu. Ancak tarihsel süreçte Hz. Ali taraftarları çoğaldı ve böylece Alevi kavramı genelleşti.

Alevilik İslamiyet içindeki bir mezhep midir?

Cevaba geçmeden mezhep kelimesi ne anlama geliyor ona bakalım. Mezhep kelimesi Arapça olup ’tutulan yol’ anlamına gelmektedir. Bu anlamıyla Alevilik İslami bir mezheptir. Ancak hemen belirtelim ki İslamiyet eşittir Sünnilik veya Şiilik değildir. Yine Alevi inancına dar mezhepsel bir tanım Alevililerce asla kabul görmemiştir. ’Sorma be birader mezhebimizi/Biz mezhep bilmeyiz yolumuz vardır’ deyimi Alevi inancının mezhepsel tanımı astığının simgesidir.
Alevilik İslami bir inançtır. Ancak bazı art niyetli kimseler Aleviliği İslam’dan ayırmaya çabalamışlardır.

Aleviliği kendi grupsal, ideolojik, bölgesel, etnik çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyen kimseler Aleviliği bu düşünceye hizmet edecek şekilde tahrif etmişlerdir. Yine Emeviler döneminde doruğa çıkan ve daha sonraları da devam eden Alevi düşmanlığı da Aleviliği İslam dairesi dışında görmüştür. Onlara göre, onlar gibi düşünmeyen herkes İslam dışıdır. Bu düşüncenin çok yanlış olduğu ve çok acılara sebebiyet verdiği ortadadır.

Alevilik İslami bir inançtır. Ancak tekrar tekrar ısrarla belirtelim ki İslamiyet salt Sünnilik değildir. İslamiyet’i eşittir Sünnilik olarak algılayanlar İslamiyet’i bazı biçimsel kurallara indirgeyerek Aleviliğin İslam dışı bir inanç olduğu sonucuna varıyorlar. Halbuki varmaları gereken sonuç ’Alevilik Sünnilik değildir ama Sünnilik ve Şiilikten farklı bir İslam inancıdır’ sonucu olmalıdır.

Aleviler Allah´a inanırlar mı?

Aslında sorulmaması gereken bir soru bir soru ancak art niyetli kimselerin bulandırdığı kafalar netleşmek zorunda.
Her şeyden önce Alevilik bir inançtır. Bundan hareketle belki de Allah´a en çok inanan, Allah´ın birliğini kabul eden topluluklardan biridir Aleviler. Cem törenine katılanlar bu durumu açıkça görebilirler. Yine binlerce Alevi deyişinde, şiirinde bu açıkça görülür.
Aleviler Allah´a inanırlar, hem de bütün benlikleriyle Allah´in varlığına, birliğine bağlıdırlar. Ancak kimse Alevilerin Allah´a inançlarını Sünni ve ya başka inançtan insanınkiyle kıyaslamaya ve böylece yanlış sonuçlara ulaşmaya kalkışmasın.

Aleviler peygamber olarak kimi kabul ederler?

Aleviler Hz. Muhammed´i peygamber olarak kabul ederler.
Aleviler bütün peygamberler bağlıdırlar.
Son peygamber olan Hz. Muhammed´e bağlılıkları ve inançları sonsuzdur.
Bazı iftiralar sonucu Alevilerin Hz. Muhammed´i peygamber olarak kabul etmedikleri düşüncesi oluştu. Bu tamamen Alevi inancına terstir. Hz. Muhammed, Alevilerin inandıkları, bağlandıkları peygamberdir.
Hz. Muhammed son peygamberdir. Bu doğruyu kimse yanlışa çevirerek, yeni peygamberlikler uydurarak, Hz. Muhammed´in yolundan giden Alevilere yamamaya çalışmasın.
Tekrar belirtelim ki, birilerinin art niyeti ve birilerinin de cehaleti Alevileri bağlamaz.

Hz. Ali´nin Alevi inancındaki yeri nedir?

Alevi demek; Hz. Ali yanlısı, taraftarı, seveni demektir. Bundan da anlaşılacağı üzere Hz. Ali´nin Alevi inancındaki önemini, yerini anlatmaya gerek yok. Ancak ne var ki bazı kimseler tarih boyunca ve günümüzde de Hz. Ali sevgisini, bağlılığını ya yanlış anladı veya hiç anlamadı. Alevilerin Hz. Ali´ye olan sevgileri, bağlılıkları onun peygamber olduğu anlamında değildir. Aleviler için peygamber son peygamber Hz. Muhammed´dir.
’Hz. Ali´nin Alevi inancındaki yeri nedir?’ diye sormak her ne kadar abes gelse de anlaşılır bir durumdur. Çünkü Hz. Ali´nin adından gelen Alevi kavramı ile kendisini ifade eden bu topluma çok çeşitli tahribatlar yaşatılıyor. İşte bunun içindir ki Hz. Ali taraftarları Alevilere ’inancınızda Ali´nin yeri neresidir’ diye soruluyor. Bize düşen usanmadan doğrularımızı anlatmaktır

Aleviler namaz kılarlar mı?

Aleviler ve namaz konusunu bir kaç boyutuyla ele almak gerekiyor. Çünkü Alevilerin sürekli olarak maruz kaldığı soruların başında ’neden namaz kılınmıyor’ sorusu geliyor. Her Alevi mutlaka ömrünün birden fazla döneminde ’siz Aleviler neden namaz kılmıyor, camiye gitmiyorsunuz?’ sorusuyla karşılaşmıştır .

Bilindiği gibi namaz Farsça bir kelimdir. Namaz kelimesin Kuran´da ki karşılığı salat´tir. Salat ise dua, tanrıyı içten anıp selamlama anlamına geliyor. Allah´i içten anıp selamlamanın, duanın ise biçimi, sekli yoktur. Dua, insanin Yaratıcı ile beraberliğidir. Bunun için belli bir saat, mekan, kural yoktur. İnsan istediği vakit, istediği dilde, istediği şekilde dua edebilir, Yüce Yaratıcısına şükür edebilir. Yüce yaratıcıyı anmak, Yaratıcıyla dolu olmak, bir araya gelmek için belli bir zaman dilimi yoktur. Bu her an olmalıdır ve her anda mümkündür. İbadeti belirli zamanlarla sınırlayan kendisini biçimsel kurallar ve şekillerden arındırmamış demektir. Böylesi şekilsel bir kuşatma ise yaşamın gayesine ters bir durumdur.
Bazıları ibadeti biçimsel kurallarla sinirliyor. Çokça tekrarlamak durumunda kaldığımız gibi biz Alevilerde ise ibadeti kalıplaştırmak yoktur. Elbette ibadette belirli kurallar olması gerekiyor. Özellikle toplumsal olarak yerine getirilen ibadetin kuralları vardır. Ancak inancın temelidir gibi bazı yanlış uygulamalarla sırf ibadet olsun diye ibadet, ibadetin gayesini yok saymak demektir. Biz Alevilere dayatılanda budur. Deniliyor ki; ’Aleviler illa camiye gidin, namaz kilin’. Amaç burada ibadet ise Aleviler zaten toplumsal olarak Cem de ibadetlerini yerine getiriyorlar. Aleviler kimseye, ’Cem evine gelip Cem ederek ibadet edin’ gibi bir dayatmanın sahipleri değiller. Aleviler ’herkesin inancı kendisine’ ilkesi ile hareket ederken başkaları ısrarla Alevilere dayatmalarda bulunuyor. Hem de inançsal anlamda temeli olmayan gerekçelerle.

Amacımız burada Alevilerle Sünniler arasındaki inanç farklılığını bütün boyutlarıyla tartışmak değildir. Amacımız ısrarla Alevilere dayatılan ’günde beş (5) kez namaz kilin böylece iyi bir Müslüman olursunuz’ gibi inancı biçimsel kurallara indirgeyen, hatta neredeyse bunu inancın özü sayan mantığın yanlış olduğunu belirtmektir. Namaz, neredeyse birileri tarafından inancın asıl gayesi haline getirilmiştir. ’günde beş vakit namaz kılan kişi iyi bir insandır ve yaşamı anlamına uygun yasayan kişidir, kılmayan ise münafık, kafir kişidir’ gibi bir anlayış ortaya çıkmıştır. Aleviler asırlardır bunun inancın özüne ters bir tutum olduğunu belirtmişlerse de, siyasi anlamda iktidarda olmadıklarından dolayı seslerini kimseye duyuramamışlardır. İnancın asıl özünü takip edip uygulamak yerine gösteriş için yapılan fiillerle zamanını harcayanlara Maun suresinde söyle ikaz edilmektedir: ’Dini yalanlayan gördün mü? İste yetimi itip-kakan, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. İste namaz kılanların vay haline, ki onlar namazlarında yanılgıdadırlar, onlar gösteriş yapmaktadırlar, ve ufacık bir yardımı da engellemektedirler’. Biz Alevilerce anlaşılması gereken en önemli nokta burasıdır.

Konun daha iyi anlaşılması ve doğrularımızın bilince çıkarılması için bazı tekrarları yapmak durumunda kalıyoruz. Konuya hakim olanların anlayışına sığınıyoruz.

Önceki satırlarda da belirtmeye çalıştığımız gibi namaz Farsça bir kelimedir. Kuran da ki karşılığı Salat´ir. Salat´in anlamı ise Allah´i içten anıp selamlama ve duadır. Bu gün egemen Sünni anlayışın günde beş vakit kıldığı ve Alevilere dayattığı ve neredeyse dinin temeli saydığı namaz ibadetinin Kuran da beş vakit olduğu yönünde acık bir beyan yoktur. Madem namaz inancın özü sayılacak kadar önemli bir ibadet neden Yüce Yaratıcı bu konuda acık ve kesin hükümler ortaya koymasın?

Aleviler namazı ret etmiyor. Nitekim Cem ibadetinde halka namazı seklinde ibadetlerini yerine getiriyorlar. Ancak bu namaz hiç bir şekilde egemen Sünni anlayışın namazıyla benzer değildir. Bazıları çıkıp diyebilir ki: ’su kadar milyon insan namazı böyle kılıyor da siz Aleviler neden farklı anlıyor ve uyguluyorsunuz?’ Hemen belirtelim ki çoğunluk her zaman doğru yapıyor anlamına gelmez.

İbadetle amaçlanan kişinin kendini yenilemesi, arındırması ve sosyal dayanışmayla kişiliğini tamamlamasıdır. Maun süresi böyle bir anlama sahip. İbadet için ibadet, gösteriş için yapılan ibadet nafile ibadetlerdir.
Alevi ibadet anlayışı biçimsellikten uzak içtenliği esas alır. Al-i İmran Suresi 191. Ayetinde ’Onlar; ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah´i anarlar’. Bakara s Suresi 239. Ayeti: ’Eğer korkarsanız, (namazı) yaya yahut binekte iken kilin’. Bu ve benzer ayetlerde de anlaşılacağı üzere Allah insanlara içten ibadet etmeyi emrediyor.
Birileri kabul etsin veya etmesin, Alevilerin ibadet anlayışı bu minval üzeredir.

Cem nedir?

Cem Alevilerin toplu halde ettikleri ibadetin adıdır.
Kavram olarak Cem Arapça bir kelime olup toplanma, birikme, bir araya gelme manasına gelmektedir.
Cem'in kaynağı Kırklar Cem'idir.
Cem ibadetini diğer inançlardaki ibadetlerden farklı kılan en önemli unsur; Cem de bulunanların ayni zamanda toplumda hesap vermekle yükümlü olmalarıdır. Cem de bulunalar bir birlerinden Razı Olma k zorundalar.
Cem de bulunan bir kişi başka bir kişiye dargınsa, bu iki kişinin dargınlıkları giderilmeden, barışmaları sağlanmadan Cem'e başlanmaz.
Alevilerin toplu anlamda temel ibadeti olan Cem, bir DEDE´nin gözetiminde, önderliğinde yerine getirilir.
Cem ibadetine katil, hırsız, yolsuz, düşkün kimseler giremez.
Cem ibadetini kısa bir şekilde tanımlamak mümkün değil. Bu anlamda Cem'in ne olduğunu ve nasıl uygulandığını tam manasıyla kavramak için en yakındaki Cem evine gidip bilgilenmek gerekiyor.

Dedelik nedir, Dedenin görevleri nelerdir?


Dede, Alevi toplumunun inançsal önderidir. Dedelik ise kendine has bir is yapısı/hiyerarşisi bulunan bir kurumdur.
Her Alevinin bir dedesi vardır. Her dedenin de bir dedesi (mürşidi) vardır.
Talibin davranışlarından (inanç anlamında) dede sorumludur.
Dede talipleri eğiten, yol gösterendir.
Dede taliplerin bütün düşünsel, manevi sorunlarına çözüm, sorularına cevap getiren kişidir.
Dedelik kurumunun kendisine özgü bir yapılanması var. Bu yapılanma (mürşit-rehber bağlamında) gereği her dede ayni zamanda başka bir dedenin talibidir. Nasıl ki talip bir yanlışa düştüğünde yada hata yaptığında dedesine sığınıyorsa, ayni şekilde dede de talibi olduğu dedesine (mürşidine) sığınıyor. Böylece mükemmel bir denetim mekanizması kurulmuş oluyor. Bu mekanizma halkalar misali bir birine bağlı. Yani bir dedenin görevini layıkıyla yapıp yapmadığını mürşidi tarafından denetlenir.

Herkes Dede olabilir mi?

Dedelik kurumu asırlardan beri var olmuş bir kurumdur. Çok zorlu koşullarda ağır baskılar görmüştür dedeler. Buna rağmen Alevi inancını bu güne değin gelmesini sağlamışlardır. Bu misyonlarını geliştirerek günümüzde de sürdürmekle yükümlüdürler.
Gelelim cevaba: İsteyen herkes dede olamaz. Öz manasıyla dede olmak için Evladı Resul olmak gerekiyor. Yani soyunun Hz. Muhammed ve Hz. Ali´den olması gerekiyor. Ancak hemen belirtelim ki Alevi inancında Yol, yolu kuranında üstündedir. Eğer bir bölgede Evladı Resulden bir dede yoksa ve durum zamanla Yolun bozulmasına sebebiyet verecekse durum değişiyor. Bu manada gerekli bilgi birikimine, yolun edebine, ahlakına uygun olan bir kişi Dergah´tan icazet almak şartıyla dedelik yapabilir. Nitekim tarihte böylesi durumlar çok olmuştur. Evladı Resulden olmayan bir çok kişi Dergahtan gerekli eğitimi aldıktan sonra dedelik yapabilmişlerdir.

On İki Hizmet nedir?

On İki Hizmet, Cem ibadeti sırasında görevli on iki kişinin yerine getirdiği hizmetin adıdır. On İki Hizmet olmazsa Cem de olmaz.
Cem de On İki Hizmet sahipleri tarafından yerine getirilen On İki Hizmet, sembolik olarak algılansa da özde çok derin manalara ve gerçeklere işaret ediyor. Dolayısıyla On İki Hizmet çok önemlidir. On İki Hizmeti biçimsel bazı kurallar algılamamak gerekiyor. Sembolize ettiği hizmetlerin derin felsefi, toplumsal, inançsal boyutları vardır.
On İki Hizmetin dağılımı su şekildedir:&nb
1. Dede (Mürşid)
2. Rehber
3. Gözcü
4. Çerağcı (Delilci)
5. Zakir(Aşık)
6. Ferraş (Süpürgeci)
7. Sakka (İbriktar)
8. Kurbancı (Sofracı)
9. Pervane
10. Peyik (Davetçi)
11. İznikçi (Meydancı)
12. Bekçi

Aleviler domuz eti yerler mi?

Aleviler zorunlu koşullar dışında domuz eti yemezler. Bu zorunlu koşullarında neler olduğu biliniyor. Bazı Alevi inançlı kimselerin domuz eti ve domuz etinden üretilen mamulleri yemeleri Alevi inancının domuz etinin yenilmesini meşru kıldığı anlamına gelmez.

İnsan-ı Kamil kime denilir?


Dört Kapı Kırk Makam da sonuncu kapı olan Hakikat kapısına ulaşmış ve böylece Hakikati kavramı olan insana İnsan-ı Kamil denilir. Bir insanin manevi anlamda ulaşabileceği en üst boyut İnsan-ı Kamil´lik boyutudur. İnsanin gerçek manada insan olduğu, Hakikat sırrına ulaştığı, canlı cansız her şeyin gizemine vakıf olduğu aşamadır İnsan-ı Kamil´lik. İnsan, aşama aşama giderek ve bütün kapılara ve makamlara ulaşarak İnsan-ı Kamil olur.

Alevi-Sünni kardeşliği nasıl gelişir?

Alevi-Sünni kardeşliği gereklidir, mümkündür. Hatta Alevi-Sünni kardeşliğinin şahsında diğer inançlardan insanlarla da kardeşlik, bir arada, eşit ve özgür bir şekilde yasamak gereklidir ve bu mümkündür de.
Alevi-Sünni kardeşliğinin gerçekleşmesi, kalıcı olması için en önemli nokta; Alevi inanç gerçekliğinin kabul edilmesidir. Hiç bir gerekçenin arkasına saklanmadan Alevi toplumun tarihten günümüze kadar getirdiği inancını, felsefesini, kültürünü, yasam biçimini kabul etmektir. Alevi toplumunun farklılığını ret etmek, yok saymak, asimle etmeye çalışmak yerine kabul etmektir. İnsani olan, doğru olan, kardeşliği oluşturacak/geliştirecek olan böylesi bir yaklaşımdır. Eğer böylesi bir yaklaşım esas alınmazsa kardeşlik oluşmaz. Alevileri kendilerine benzetmeye, asimle etmeye, dışlamaya, yok saymaya devam ederlerse kardeşlik oluşmaz..
Alevi toplumu inancı uğruna çok bedeller ödemiş/ödeyen bir toplumdur. İnancının kabul edilmesini talep etmek, eşitliği talep etmek Alevi toplumunun hakkidir. Eşitlik olmadan, karşılıklı hoşgörü, saygı olmadan kardeşlik gelişmez. Bu, kardeşliğin doğasına aykırı bir durumdur.
Alevi toplumu kardeşliğe hazırdır ve bunu pratik olarak da diğer inançlara ve mensuplarına saygı temelinde ortaya koymuştur.

Erenler kimlerdir ve Eren kime denir?


Eren, kendini Hak yoluna adayan ve bu yolda bir çok makamı aşarak bazı sırlara vakıf olan kimseye denir. Erenler Hak sırına vakıf olmuş, İnsan.ı Kamil mertebesine ulaşmış kişilerdir. Ancak günlük dilde Erenler kavramı karşıdaki kişiyi yüceltmek, dikkat çekmek, kırıcı olmadan uyarmak içinde kullanılıyor. Yine bilge, olgun, alim, inançlı kimselere de deniliyor.

Enel Hak ne anlama geliyor?


Enel Hak kavramını ilk olarak Hallacı Mansur kullanmıştır ve bu kavramı sık sık tekrarladığı için çok ağır işkenceler altında katledilmiştir. Enel Hak kavramı Arapça olup kelime manasıyla ’ben Hakkım, hakikatım, gerçeğim’ anlamına geliyor. Enel Hak; Hakla Hak olmak, insanin kendisini aşması ve Hakka yakınlaşması, Hakkla bütünleşmesidir. Bu manada inancı bir şekiller, biçimler, dogmalar bütünü olarak algılayanlar Enel Hak kavramını da farklı algılamış ve yorumlamışlardır. Hallacı Mansur ve daha sonraları Seyyid Nesimi'nin şahsında dile getirilen bu anlayışın yeteri kadar anlaşılmadığı ve taşıdığı felsefi derinliğin -biçimsel boyutuyla da olsa- onu sahiplenenler tarafından dahi doğru bir şekilde alglanmadığını görüyoruz. Hallacı Mansur ve Seyyid Nesimi'yi katledenlerin Enel Hak'kı anlamamalarını ve düşmanlıklarının sebebi bir noktada anlaşılır bir durumdur. Ancak Hallacı Mansur'u sahipleniyor görünenlerinde Enel Hak'kı yeterince algılamadıklarını görmek kabul edilmemesi gereken bir durumdur. Umulur ki Hallacı Mansur ve Seyyid Nesimi'nin yolunu sürdürüyor iddiasında olanlar Enel Hak'kın bilincine varırlar.

Aleviler tavşan eti yerler mi?

Aleviler tavsan eti yemezler. Bunun bir çok sebebi var. Ancak asıl sebep; tavşanın adet görmesi ve etinin çok kanlı olup sağlıksız olmasıdır. Ayrıca tavşan fizyolojik ve biyolojik yapısıyla da ilginçlikler taşıyan bir hayvandır. Tavşanın kafası kedi kafasına, kulakları eşek kulaklarına, arka ayakları köpek ayaklarına, ön ayakları kedi ayaklarına ve kuyruğu domuz kuyruğuna benzemektedir. Yine tavşan kedi ile çiftleşmektedir. Bunca sağlıklı ve yenilmesinde sakınca olmayan hayvan (koyun, keçi sığır vb.) varken Alevilere ’neden tavşan yemiyorsunuz’ diye sorular sormak düşündürücü olmanın ötesinde art niyetlilikten başka bir şey değildir.

Duaz nedir? Deyiş nedir?

Duaz, Duazdeh'in kısaltılmış halidir. Duazdeh Farsça olup on iki (12) anlamına gelmektedir.
Duaz, cem ayinlerinde söylenen ve On İki Imamlarin adlarının geçtiği deyişlerdir. Bu deyişlerde Ayrıca On İki Imamlarin yani sıra basta Hz. Peygamber ve Hacı Bektaş Veli olmak üzere Alevi ulularinin adları gecmektedir.
Duaz icin ’deyişler’lerdir tanımını yaptık. Anlaşılır olması için böyle bir tanım uygundur. Ancak duaz bir nevi dua olarak da algılana bilinir.
Şüphesiz Alevilik ve Aleviler hakkında biraz bilgi sahibi olan kişiler için duaz'in, nefes'in, türkü'nün, deyiş'in farklı anlamlara sahip olduğu açikardır. Fakat günümüz gerçekliği doğrultusunda genel bir tanım olması ve bu tanımın yaygınlaşıp kabul görmesi için Deyiş tanımı en uygun olanıdır. Deyiş; Aleviliği çağrıştıran her melodinin adıdır. Türkü, nefes, duaz bunlar da alt adlardır. Yoz ve yobaz üretimden farklı olunduğunun anlaşılması için Deyiş en uygun tanımlımadır.

Mersiye nedir?


Mersiye, Kerbela vakasını işleyen, Ehlibeyte ve On İki İmamlara bağlılığı, sevgiyi dile getiren bir şiir türüdür. Özelikle Muharrem Ay'ı boyunca söylenen ve Ehlibeyt taraftarlarının olduğu her coğrafyada ve her dilde söylenen ağıtlar bütünüdür mersiyeler. Mersiyelerde zalim olana, haksız olana bir öfke var. Yine mazlum olana, haklı olana bir sevgi ve sempati var. Mersiyeleri salt ağıt boyutuyla algılamak eksiklik olur. Mersiyeler bu noktada bilinç taşımasıdır. Aynı zamanda ne kadar da zaman geçmiş olursa olsun iyinin unutulmayacağının ve kötünün, zalimin her daim lanetleneceğinin göstergeleridir. Edebi açıdan, Ehlibeyte bağlı olanlar için bir edebi zenginliktir.

Düşkünlük nedir?


Düşkünlük bir ceza sistemidir. Alevi toplumunun bunca ağır baskı koşullarına rağmen, birliğini koruyarak bu günlere gelmesinde işlevi göz ardı edilemeyecek bir sistemdir.
Cem ibadeti, bilinen klasik ibadet anlayışlarından farklı bir ibadettir. İbadetle beraber toplumsal meselelerinde çözüme kavuştuğu bir, bir araya gelinmedir.
Cem de insan sadece Allah'a ibadet etmekle kalmayıp topluma da hesap vermekle yükümlüdür. Bu anlamda da Alevi inancı diğer bütün inançlardan önemli farklılıklar taşıyor.
Egemen olanların mahkemelerine gitmeyen Aleviler kendi yargı sistemlerini geliştirdiler. Düşkünlükte bu sistemin önemli ayaklarından birisidir. Öyle ya da böyle bir kişi suç işlemişse bu kişi Dede'nin denetiminde yargılanır. Cem de gerçeklesen bu yargılamaya Cem de bulunan herkes oyları, görüşleri ile katılırlar ve böylece ortak bir karara varılır. Halkın direkt katılımıyla gerçekleşen bir ’Halk Mahkemesi’dir bu. Suçun ağırlığına göre bir ceza verilir. Düşkünlük, verilen cezalarin en büyüklerinden birisidir. Düşkün olan kimse toplumdan dışlanır. Düşkünlüğü ve dışlanma süresini halk ortak bir karar ile aldığında Alevi toplumunda suç oranı minimum düzeyde kalmıştır. Toplumdan tecrit edilip dışlanmak çok büyük bir ceza olduğundan, o kişiyi başka toplumlarda içine almazlar. Böylece bir çok suç, daha işlenmeden önüne geçilmiş olur.
Düşkünlük kavramı günümüzde daha çok çıkarcı ve ahlaksız kimseler için kullanılan genel bir kavram şeklini almıştır. Ancak düşkünlüğün çıkış noktası ve asıl anlamı yukarı da izah etmeye çalıştığımız çerçevededir.

Muhabbet Cem'i nedir?


Muhabbet Cem'inin önemi, işlevi günümüzde çok artmıştır. Öz itibariyle Muhabbet Cemlerinin asıl işlevi genç insanları Görgü Cem'ine hazırlamaktır. Günümüzde ise Muhabbet Cemlerinin işlevi çok daha büyüktür. Her tür yozluğun dayatıldığı, değerlerin anlamsızlaştırıldığı, ilişkilerin çıkar çelişkisi etrafında şekillendiği günümüzde Muhabbet Cemleri adeta bir insani olana dönüş programıdır.
Adından da anlaşılacağı gibi Muhabbet Cemleri, muhabbetin olduğu, insani duyarlılığın olduğu, yaşamın anlam ve değer kazandığı bir nurani iklim ortamıdır. Bu atmosferdeki enerji his edilir olmaktan çıkıp insanı başka boyuta, başka alemlere götürür. Götürür ve tekrar özünü bulan insanı sağlamlaştırmış olarak geri getirir. İnsanın en çok da ihtiyaç duyduğu bu değil mi? Yani insan sadece fiziki görüntüsüyle değil, ruhuyla, duygularıyla, düşünceleriyle... yani bir bütün halinde insan olmalıdır.
İnsani olan ne varsa kirletiliyor, anlamsızlaştırılıyor. Sürekli yapay mutluluklar, güdülerin doymak bilmez dürtüleri pompalanıyor. Böylesi koşulların hakim olduğu bir ortamda insani olanın sağlam kalması mümkün değil. Sağlam olmak isteyen ve hayatı anlamlandırmak isteyenlerin sığınağı Muhabbet Cemleridir. Bu muhabbetler bir başlangıçtır. Sonsuz, sınırsız lezzetler,manzaralar diyarına yolculuğun başlangıcı. Perşembe'yi cuma'ya bağlayan gece böylesi bir nurani atmosferin en ideal anıdır.

Zülfikar neyi sembolize ediyor?


Züfikar'in neyi sembolize ettiğine geçmeden önce Züfikar'in ne olduğunu açmamız gerekiyor. Zülfikar, Hz. Muhammed tarafından Hz. Ali'ye armağan edilen ucu çatal kılıcın adıdır. İnancımıza (Aleviliğe) göre Zülfikar savaş öncesi gökten inmiştir. Hz. Muhammed'de bu gökten inen kutsal kılıcı Hz. Ali'ye hediye etmiştir.
Zülfikar, asırlardır adaletin sembolü olarak işlevini sürdürmeye devam ediyor.
Zülfikar, Hz. Ali'nin kişiliğiyle bir bütünlük haline gelmiştir. Hz. Ali'yi Zülfikarsız düşünmek mümkün değildir.
Zülfikar'ı salt bir savaş aracı olarak görmemek gerekiyor. Zülfikar, gerçek adaletin, hakkaniyetin, doğruluğun, mertliğin sembolidir.
Günümüzde Zülfikar Alevi olmayı (dışsal/zahiri anlamda da olsa) sembolize ediyor. Özelikle de Alevi gençliği Zülfikar'ı kolye şeklinde takıyor. Bu ’Aleviyim’ demenin, kimliğini Zülfikar'ın tarihsel misyonuyla açıklama biçimidir. Olmadık baskılara maruz kalan Alevinin kimliğini sembolize ediyor Zülfikar. Elbette boynuna her Zülfikar kolyesi takan kişi Alevi değildir. Alevi ise dahi bazıları Zülfikar'ın taşıdığı misyondan, Zülfikar da sembolleşen adalet anlayışından habersizdir. Bütün bunlara rağmen Zülfikar günümüzde Alevi kimliğini simgesel, biçimsel de olsa dışa yansıtıyor.


Şamanizmin ve Zerdüştlüğün Aleviliğe etkileri var mıdır? Eğer varsa bu etkinlik ne boyuttadır ve günümüzde nasıl bir işleve sahiptir?



Seksenli yılların ortasından itibaren çeşitli ideolojik politik grupların Aleviliğe ve Alevilere ilgisi arttı. Bu ilgi elbette Alevi toplumunun geleceğini inşaa etme, Aleviliğin özünü tanıma gibi bir nedene dayanmıyordu. Bu ilginin asıl sebebi kendi dar ideolojik-politik çıkarlarına bir zemin hazırlamak, Aleviliği ve Alevileri kendi ideolojik yapıları için bir arka bahçe olarak hazırlamaktı. İşte soruya kaynaklık eden Şamanizm ve Zerdüştlükte bu nokta da devreye girdi.

Bilindiği gibi Şamanizm eski bir Orta Asya inancıdır. Yine Zerdüştlük de eski bir Mezopotamya inancıdır. Her şeyi etnik kimliğe bağlamak, etnik politikalarına bir inançsal dayanak bulmak isteyen akımlar Alevi inancındaki bazı olguları Şamanizme ve Zerdüştlüğe bağladılar. Ve bu yolla Aleviliği Hz. Ali'den, On İki İmamlardan, Ehlibeytten soyutlayarak kendi ’etnik dini’ yapmak istediler. Bunun içinde yazılı kaynaklardan yoksun, Alevilik Bilincinden yoksun Alevi kitlelerin beynini karıştırdılar. Bunun sonucunda bazı safdiller ve art niyetli kimseler Aleviliği eşittir Şamanizm veya Zerdüştlük olarak görmeye başladılar. Olayın özü böyledir. Yapılan bunca teori, kaynak bulmak, benzerlik aramak bunun içindir. Elbette Alevi inanç sistemi kültürel anlamda eski Orta Asya ve Mezopotamya inançları olan Şamanizm ve Zerdüştlükten bazı ögeler almıştır. Bu doğaldır da. Ancak bu kültürel birer motif olan ögeleri bütünlüklü bir inanç olan Aleviliğin esası olarak göstermek art niyetlilikten başka bir şey değildir. Şamanizm ve Zerdüştlükte bulunan ve günümüz Alevi kültür yapısı içinde birer ’kırıntı’ olarak kabul edilen bazı benzerlikleri Aleviliği farklı yönlere çekmek için kullanmak haksızlık ötesi bir durumdur.

Bilinmesi gereken; her inanç diğer inançlardan etkilenmiştir. Çoğu kez coğrafya farklılığı, etnik farklılık inancın kültürel yapısına etki etmiştir. Ancak bu etki Hiç bir zaman inancın merkezini etkilememiştir. Etkilenme alt boyutlarda kalmış ve bu haliyle de bir zenginlik olarak değer kazanmıştır. Unutulmaması gerekir ki inancın özünü belirleyen olmayıp bazı kültürel kazanımlar olarak varlığını sürdürüyor olması eski inancın kendisi değildir.

Aslında söz konusu Aleviler ve Alevilik olunca çok saçma sorular gündeme gelebiliyor. Düşününki günümüzde etkin olarak varlığını sürdüren inançların tarihi en fazla bir kaç bin yıldır. Bu inançlara inanan insanlardan kimse çıkıp demiyor ki; ’benim atalarım bundan bilmem kaç yıl önce şöyle bir inanca inanıyordu, bende şimdi bu inanca tekrar dönüyorum’. Ancak bazı ’ukala’ kişiler diyebiliyor ki; ’benim atalarım Şamanist ve Zerdüşttü. Bende şimdi bu inanca inanıyorum, Alevilik bize sonradan dayatılmıştır, ben Alevi değilim’ diyebiliyor. Fakat bir Alman, Fransız, İngiliz bunu demiyor. Bundan bir kaç yüz sene önce Almanların, İngilizlerin, İsveçlilerin atalarıda başka inanca inanıyorlardı. Peki bunlar niye eski inançlarına dönmüyorlar da ukala kişi Aleviliği bırakıp ’atalarının inancına’ dönüyor!!!???

Alevi inancına göre ölüm bir yok oluş mudur?


Cevabı her yöne çekilmeye açık bir soru. Ancak hemen belirtmeliyiz ki Aleviler ölümü bir yok oluş olarak görmüyorlar. Ölüm, yeni bir dönemin/sürecin (buna ebedi süreçte diyebiliriz) başlangıcıdır.
Büyük Alevi önderi Şah İsmail (Hatayi) bir şiirinde ’dün doğdum bugün ölürüm/ölen gelsin işte meydan’ diyor. Yine bir çok Alevi şiirinde/deyişinde/deyiminde ’ölen tendir, can ölmez’ sözü geçiyor.
Alevi inancında ölüm ile ilgili önemli bir boyutta ’ölmeden evvel ölmek’ şeklinde formüle edilen boyuttur. Bu konunun çok derin Batın manası vardır. Farklı anlamlara çekiliyor olmasından dolayı cevabı kısa kesip öz olarak Alevi inancında ölümün bir yok oluş olmadığı inancını tekrar belirtiyoruz.
Ölüm, yeni bir başlangıcın ilk adımıdır. Fakat burada ölümü yücelttiğimiz manası çıkmasın. Gerçeği vurgu manasında belirtiyoruz. Ölüm yaşamın bir gerçeği. Ancak insana ölüm gelene kadar da insanin yapmakla mükellef olduğu görevleri vardır. Ve insanoğlu son nefesine kadarda bu görevleri en doğru şekilde yerine getirmek zorundadır. Hayatın anlamına ulaşmak için doğru bir yaşamın sahibi olmak ve ölüm gerçeğini de bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.

Tevella Teberra ne anlama geliyor?


Tevella = dostluk kurma, dost olma anlamına geliyor.
Teberra = uzak durmak anlamına geliyor.
Aleviler arasında Tevella ve Teberra'nin manası ise Ehlibeytin dostlarına dost, düşmanlarına düşman olmak anlamına geliyor. Ancak tarihsel süreç içerisinde Tevella Teberra'nin anlamı daha önemli hale gelmiştir. Tevella Teberra iyiden, güzelden, haktan, haklıdan yana olmak; zalime, sömürücüye, haksıza, riyakara da karşı olmak anlamına geliyor. Bu anlamıyla bir duruşu, tavrı sembolize ediyor. Ehlibeytin şahsında bir bütün halinde doğrulardan taraf olmayı, haksıza karşı olmayı temsil ediyor. Bazı dar görüşlü kimseler Tevella Teberra'nin taşıdığı anlamı, sembolize ettiği değerleri dar bir çerçevede ele alıyor. Olayın özü ise öyle sanıldığı gibi dar bir çerçevede değildir. Özde bir duruş, tavır vardır. Ve bu duruş Ehlibeytin şahsında bütünsel bir manaya sahip olup mekan ve zamanla sınırlı değildir. Yer yüzünde haksızlık olduğu müddetçe ve doğruları hakim kılma ideali olduğu müddetçe Tevella Teberra da olacaktır.

Oruç nedir?


Oruç, insanin bedenini disiplin ve denetim altına almak, ruhsal yapısını güçlendirmek için yaptığı bir ibadettir. Oruç ibadeti belirli zamanlarda yeme, içme ve cinsellik gibi istekleri/duyguları terk ederek zihinsel/ruhsal yapıya ağırlık vermektir. Bazı inançlarda oruç tamamıyla yeme-içmeden uzak durmak seklinde olabileceği gibi, et ve diğer hayvansal mamuller gibi belirli yiyecekleri yememek şeklinde de olabilir.
Hemen hemen bütün inançlarda oruç ibadeti vardır.

Aleviler oruç tutarlar mı?

Hemen hemen bütün inançlarda oruç ibadeti vardır. Alevi inancında da oruç ibadeti vardır.

Muharrem Orucu nedir?


10 Ekim 680 de Hz. Ali'nin oğlu ve Hz. Muhammet'in torunu Hz. Hüseyin ve sevenleri (toplam 72 kişi) Kerbela'da acımasız bir şekilde katledildiler.
Aleviler bu acı olayı kınamak için, her yıl Muharrem Ayının onuncu gününden başlamak üzere, 12 gün oruç tutarak yas tutarlar. Aleviler Muharrem orucu ile Hz. Hüseyin`in şahsında Ehlibeyte bağlılıklarını dile getirirler ve ayni zamanda zalimin zulmünü lanetlerler .
Muharrem orucunun bir diğer özelliği de insanin kendi iç benliğine yönelmesi, yanlışlarını-doğrularını, eksilerini-artılarını hesaplaması ve bütün bunların sonucunda daha iyiye, doğruya, güzele yönelmesidir. Muharrem orucu, bütün bu özellikleriyle önemli bir ibadettir.

Muharrem Orucu nasıl tutulur?

Kurban Bayramının 1. gününden başlayarak 20 gün sayılır. 20. günün akşamı Muharrem Orucu için niyet edilir ve oruç başlar. Niyet edildikten sonra gün doğumu ile gün batimi arasındaki sürede hiç bir şey yenilmez ve içilmez. Gün batimi ile iftar açılır. Oruc süresince (12 gün boyunca) düğün,nişan,sünnet ve benzer törenler/etkinlikler yapılmaz, kurban kesilmez, et yenilmez, Kerbela Şehitleri'nin çektikleri susuzluğu hissetmek için su içilmez (Su saf olarak içilmemektedir. Vücudun su ihtiyacı yenilen yemeklerden, çay,kahve,meşrubat,meyve suyu,ayran gibi sıvı içeceklerden karşılanır).
Muharrem orucunun on ikinci günü ise On iki İmamlar 'in anısına on iki çeşit gıdadan oluşan Aşure Çorbası pişirilerek komşulara dağıtılır ve böylece o yılki Muharrem Orucu noktalanır.

[BNevruz Bayramı Aleviler için ne anlama geliyor ve Aleviler Nevruzu nasıl kutlarlar? [/B]


Nevruz; Farsça bir kelimedir ve yenigün (yeni/nev gün/ruz) anlamına geliyor. Miladi takvime göre 21 Mart günü Nevruz günüdür.
Nevruz, Alevi toplumun önemli bayramlarından biridir. Yine Nevruz bayramı, salt Aleviler için değil hemen hemen bütün doğu toplumları için önemli bir gündür.
Alevi söylencelerinde Nevruz gününde gerçeklesen önemli olaylar söyle sıralanır:
Dünya kuruluşunu bugün tamamlar.
Hz. Muhammed’e nübüvvet bugün ihsan edilir.
Hz. Ali’nin bugün doğmuştur
Bugün Hz. Ali ile Hz. Muhammed’in kızı Hz. Fatma’nın evlendiği gündür.
Hz. Muhammed, bugün Gadir-hum’da okuduğu hutbede, Hz. Ali’yi Vasi tayin eder ve kendisinden sonra Müslümanların önderi (imamı) ilan eder.
Bugün Hz. Ali’nin hilafeti elde ettiği gündür.
Bugün Haci Bektaş veli’nin Anadolu’ya gelişinin ilk günüdür. Rum Erenlerinin Şah-ı Velayeti karşıladıkları gündür.
Bugün Gaip Erenleri ’Kırklar’ın’ toplandığı gün olarak inanılır. Bu nedenle bugün ’Kırklar Bayramı’ olarak ta bilinir.
Hz. Hüseyin’in intikamını almak için Muhtar Sakafi önderliğinde gizli bir teşkilat kurulur. İhtilal işareti olarak mahallelerde büyük bir ateş yakılır. Bu günde tesadüfen 21 Mart’a denk gelir. O günden bugüne değin Alevilerce zulme başkaldırı işareti olarak ateş yakılır.
Bugün Hz. Adem Peygamberin yaratıldığı gündür.
Alevi toplumu Nevruzu inancı esas alarak kutlarken, bir çok toplumda Nevruz gününe başka anlamlar yükleyerek kutlar. Her toplum kendisine özgü bir anlatımla Nevruzu tanımlar ve yine kendisine özgü bir şekilde kutlar. Alevi toplumu ise Nevruz bayramını su şekilde kutlar:
Nevruz bayramı erkanı sabahtan başlar. Toplu olarak sabah yemeği yenecekse, önce Dede bir dua okur ve herkese süt ikram edilir ve kahvaltı yapılır. Daha sonra dargınlar barıştırılır. Hasta ve yoksullar ziyaret edilir, gönülleri alınır. Yeni ölmüşlerin evlerine taziyeye gidilir. Türbe ve mezarlıklar ziyaret edilir. Nevruz şenliklerinin yapılacağı ev ve kır yerleri önceden saptandığı için, bu yerlerde tüm hazırlıklar tamamlanır. Yaşlılar için ayrı bir mekanda, gençler için ayrı bir alanda muhabbet sofraları kurulur. Gençler kırlarda şenlikler yaparlar, halaylar çekerler, ateş üstünden atlayarak dilekler tutarlar. Genç kızlar ve oğlanlar karşılıklı mani söylerler...
Nevruz Bayramı akşamı ’Meydan’ açılır. Taliplere ’Nasip’ verilir. Cem evinde toplanılır. Tüm canlar hazır olduktan sonra , saat 20.00 civarında Nevruz Erkanının icrasına başlanır.


Musahiplik nedir?

Musahipliğin temeli dayanışma ve paylaşmaya dayanır. Musahiplik Alevi inancının en önemli kurumlarından biridir. Musahiplik arkadaşlık ötesi bir birlikteliktir.
Musahipler arasında ayrı gayrı bulunmaz. Babailerin deyimiyle "musahipler yarin al yanağından gayrı her şeyde ve yerde ortaklardır". Yine meşhur bir Alevi deyimiyle "musahip musahibini ateşten alandır". Musahiplik zordur, zor olduğu kadar da şereflidir. Musahiplik günümüzdeki anlamıyla "sigorta"dır. Musahipliğin tarihçesi Hz. Muhammed’in hicretinin birinci yılında Müslümanların sayısının çoğalmasıyla geliştirdiği bir birlikteliktir. Musahiplik Kuran-ı Kerim’in şu ayetleriyle açıklanmıştır:
Enfal sur esi ayet 72-73, "Onlar ki inanıp hicret ettiler ve mallarıyla canlarıyla Allah yolunda savaştılar ve onlar ki (hicret edenleri) barındırıp yardımda bulundular, işte bunlar, bir birilerinin dostu ve yarıdırlar.
İnkâr edip küfre sapanlar ise bir birilerinin yarıdırlar. Eğer böyle yapmaz (birbirinize dost ve yakın olmaz) sanız, yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat meydana gelir".
Bu ayetlerle Hz. Muhammed hicret edenleri ve hicret edenleri kabul edenleri birbirine kardeş yaptı. Aleviler bu doğrultuda bunu geliştirdiler.
Musahiplik, bazılarının belirttiği gibi tarihte kalan bir kurum değildir. Musahipliğe insanların günümüzde daha çok ihtiyaçları vardır. Çünkü insanlar tarihte olduğu gibi günümüzde de düşünsel ve yaşamsal sorunlarla boğuşmaktalar. İşte bu boğuşmayı kazanmak için insanların musahiplere ihtiyacı vardır. Beraberliğe, kardeşliğe, paylaşmaya ihtiyacı vardır.

Kızılbaşlık nedir ve Kızılbaş kimdir?

Her ne kadar bazıları bir yanılgı içine girip Kızılbaşlığı Alevilik içinde bir kol olarak görseler de esasında Kızılbaşlık Aleviliğin ta kendisidir. Kızılbaş kavramı tarih boyunca ve günümüzde Alevileri aşağılamak, karalamak ve küçük düşürmek için kullanılmıştır. Alevilerin düşmanları Kızılbaşlığı Alevileri küçük düşürmek maksadıyla kullandıkları oranda Aleviler Kızılbaş kavramına sahip çıktılar .
Kızılbaş kelimesi kızıl başlık takan anlamına geliyor. Tarihçesi Uhut savaşına kadar uzanır. Uhut savaşında Hz. Ali kendisini Hz. Peygambere siper ettiği sırada başından yaralanır. Bu savaştan sonra Hz. Ali’ye Kızılbaş denmiştir. Yine Sıffın savaşında Hz. Ali’nin taraftarları başlarına kırmızı başlık takmışlardır. Alevi devleti olan Safevi ordusunun askerleri de başlarına kızıl başlık takarlardı.

Alevi düşmanları Alevi kavramını kullanmazlar, onun yerine Kızılbaş kavramını kullanırlardı. Bunu Alevileri aşağılamak amacıyla yaparlardı. Aleviler ise Kızılbaşlığı sahiplenip, kendilerini öyle de ifade ederlerdi.
Sonuç olarak bilinmelidir ki; Kızılbaşlık Alevi inancı içindeki bir kol veya tarikat değildir. Kızılbaşlık Alevi düşmanlarının Alevileri aşağılamak maksadıyla kullandıkları bir terimdir. Ve Kızılbaşlar bütün Alevilerdir, Kızılbaşlıkta Aleviliktir.

Bektaşilik nedir?


Hacı Bektaşı Veli adına kurulan, Hz. Ali ve On İki İmam sevgisine dayanan Anadolu ve Balkanlarda yayılan günümüzde de varlığını sürdüren önemli bir Alevi tarikatıdır/örgütlenmesidir.
Bektaşiliğin doğuşu 1240 yılına dayanır. Babailer isyanının bastırılmasından sonra Baba İshak’ın halifesi olan Hacı Bektaşı Veli etrafında toplananlar Hz. Muhammed’i mürşit, Hz. Ali’yi rehber, Hacı Bektaşı Veli’yi de pir olarak kabul ettiler.

Bektaşilik genel anlamda Alevi inancını oluşturan Hz. Ali, On İki İmamları esas almasının dışında eski Türk kültürünü ve Anadolu inançlarının bazı olumluluklarını da alarak gelişmesini tamamladı.
Bektaşiliği kurumlaştıran kişi Balım Sultan’dır. Bektaşilik idare bakımından iki kola ayrılır. Babaganlar ve Çelebiler. Babaganlar kendilerinin Hacı Bektaş’ın "yol evladı" olduklarını belirtirler. Babaganlar daha çok kentlerde örgütlendiler. Çelebiler kendilerini Hacı Bektaş’ın "bel evladı" olduklarını belirtirler. Çelebiler daha çok kırsal alanda örgütlendiler. Bütün bu çelişkilere rağmen Bektaşilik gelişmesini sürdürdü. Osmanlı ordusunun özel birlikleri olan Yeniçerilerin tamamına yakını Bektaşi’ydi. Padişah II.Mahmud Yeniçeri ocağını kaldırırken Bektaşiliği de yasaklamayı ihmal etmedi (1826).
Bektaşilik günümüzde Alevi inancının en önemli öğesi niteliğindedir. Bir çok Bektaşi kuralı Alevi inancı içinde kabul görmüştür. Hacı Bektaşı Veli’nin Türbesi de bulunan Nevşehir ilinin Hacıbektaş ilçesi bu anlamda sadece Bektaşiler için değil, bütün Aleviler için önemli bir merkez konumundadır.

Şiilik nedir?


Şiilik, kavram olarak Hz. Ali taraftarlığı demektir. Şiilik sözcüğü Şia kelimesinden türetilmiştir. Her ikisi de aynı anlama gelmektedir: Hz. Ali taraftarlığı.
Genel anlamda Alevilik konusunda, Aleviliğin ne olduğu konusunda kavramlar alabildiğine çarpıtılmış, anlamları değiştirilmiş, her türlü yoruma tâbi tutulacak bir hale gelmiştir. Bu kavramların başında Şiilik kavramı gelmektedir. Yukarıda da belirtildiği üzere Şiilik kavramı, Hz. Peygamberin Hakka yürümesinden sonra Hz. Ali’nin halifeliğine (dini-siyasi önderliğine) inananlar için kullanılmıştır. Şiiliğin bir başka manası da Aleviliktir. Neticede Alevi kelimesi de Hz. Ali’nin isminden türetilmiştir. Ama bir çok olayda, olguda olduğu gibi tarihsel süreç, yoğun baskı ve asimilasyonla geçtiği için, bu kavramlar ve temsil ettikleri değerler de deforme olmuşlar, başka anlamlar yüklenmiş ve başka başkalaşımlar gerçekleşmiştir. Öz olarak Şiilik ve Alevilik aynı şeylerdir. Fakat tarihsel gelişim sürecindeki olaylar bazı değişimler, yenilikler, adetler, sapmalar getirmiştir. Tekrar belirtmek gerekir ki; öz olarak, çıkış noktası olarak ikisi de aynı anlama gelmektedir.

Şiilik ve Aleviliğin ortak noktalarından başlayarak bunları tarihsel süreç içerisinde yaşadıkları farklılaşmaya kadar biraz açalım.

Hz. Peygamberin vefatından sonra Hz. Ali’ye yapılan haksızlıklar, Emevi saltanatı sırasında Hz. Ali’nin soyuna karşı devam etti. Bu süreçte yaşanan haksızlıklar, katliamlar, adaletsizlikler safları iyice netleştirdi. Hz. Ali ve Ehlibeyt taraftarlığı İslam’ın Hak davetini sürdürürken, buna karşın Emevilerde temsilini bulan Sünnilik bir devlet dini oluyordu. Her tarihsel olayda olduğu gibi burada da egemen olanın sözü daha geçerli, getirdiği kurallar daha etkili ve din adına yürüttüğü çalışma daha verimliydi. Emevilerin bu yoğun çalışmaları ve kurumlaşmaları İslamiyet’i bütün coğrafyalara yayıyordu. Bu arada Ehlibeyt taraftarları da davetlerini gerçekleştiriyordu. Ehlibeyt taraftarları, devlet örgütlenmesine sahip olmadıkları için örgütlenmeleri daha çok gönüllülük temeline dayanıyordu. Emevilerinki zora dayanıyordu. Ama yine tarihin kanıtladığı gibi; gönüllülük daha kalıcı olurken, zora dayalı gelişim daha güçlü ama geçici oluyordu. Bunun en büyük örneği Endülüs Emevi Devletidir. Bu devlet hazin bir sonla yıkılmıştır. Çünkü temelinde inanç yerine zora dayalı bir iktidar vardı. Hâlbuki o devlette ve dolayısıyla o coğrafyada Ehlibeyt taraftarları bir çalışma yapmış olsalardı, sonuç daha farklı olurdu. Nitekim Emeviler zor ile İslam’ı yaymaya çalışırken Ehlibeyt taraftarları sevgi ile yapıyordu. Emevilerin ardıllarının İslam adına yaptıkları tahribatları Ehlibeyt taraftarları düzeltiyordu. Ehlibeyt taraftarları inancın özünün; Emevilerin yaptığı ve uyguladığı gibi olmadığını kanıtlıyordu. Nitekim Ehlibeyt taraftarları bu kadar baskı altında gelişim bulmuşsa bunun en büyük sebebi Ehlibeyt taraftarlarının şiddet ve zor yerine sevgiyi esas almalarıdır.
Yukarıda da izah etmeye çalıştığımız gibi, Hz. Peygamberin vefatından sonra İslamiyet iki kutuba ayrıldı.
Ehlibeyt ve Ehli sünnet. Bunlardan tarihsel süreç içerisinde bir çok oluşum oluştu. Ehlibeyt taraftarları dünyanın her tarafında, hemen hemen bütün coğrafyalarda varlar. Ama bunların ortak noktaları azalmış, farklılıkları çoğalmıştır. Her coğrafyadaki Ehlibeyt taraftarları, o coğrafyadaki tarihsel gelişmeler çerçevesinde farklılaşmış, yeniden şekillenmiştir. Şüphesiz aynı durum Ehli sünnet taraftarları içinde geçerlidir.

Aradaki fark; Ehli sünnet hemen hemen her zaman bir iktidar diniydi. Bu avantaj kullanılarak ortak noktalar korundu. Ehlibeyt taraftarları ise yoğun baskılar sonucu her zaman gizlenmek zorunda bırakıldılar. Bunun sonucu ortak bir örgütlenme yaratılamadı. Yaratılamayınca da kopukluk başladı ve böylece temel değerlerin dışında kalan ama günlük yaşamda belirleyici bir çok konuda farklılıklar ortaya çıktı. Bunun en can alıcı örneği günümüzde kendisini Alevi ve Şii olarak adlandıran toplumlar arasında görülüyor. Aleviler daha çok Anadolu’da, Balkanlar’da ve kısmen Ortadoğu’da yaşamaktalar. Şiiler ise Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Asya’da yaşamaktalar. Aleviler ile Şiiler arasındaki temel noktalar: Peygambere, On İki İmamlar’a, Ehlibeyt’e, Kuran’a, Hz. Ali’ye bağlılıktır. Bunun dışında şüphesiz daha bir çok ortak nokta var. Ama ayrı noktalar da bir o kadar fazla. Şimdi hangisinin haklı veya daha doğru olduğu tartışmasına girmeyeceğiz. Bu tartışma yaklaşık 200 yıl kadardır sürüyor. Ayrılığın başlangıcı 1800’lü yıllara dayanmaktadır. 1500’lü yıllarda başlayan ve Şah İsmail’in önderlik ettiği birliktelik 1800’lü yıllarda son bulmuş, dünyadaki Ehlibeyt taraftarları arasındaki bağlantı kopmuştur. İşte yaşanan bütün farklılıklar bu 200 yıllık zaman diliminde gerçekleşmiştir. Ama farklılık çok belirleyici olmuştur. Örneğin Asyalı bir Şii`nin önder kabul ettiği bir şahsiyeti diğer Ehlibeyt taraftarları tanımıyorlar bile. Yine bir Anadolu Alevisinin önder kabul ettiği birisini diğer Ehlibeyt taraftarları tanımıyorlar. Biz olayın özetini böyle vermeye çalıştık. Sonuç olarak şunu belirtebiliriz ki; Ehlibeyt taraftarları birbirilerine inançlarını empoze etmek, dayatmak, kabullendirmek yerine ya da kendi doğrularını savunmak yerine ortak değerler etrafında buluşmadılar. Bu salt Aleviler için değil, bütün insanlık için geçerlidir. Yine Ehli sünnet için de geçerlidir. Ehlibeyt ve Ehli sünnet taraftarları ortak noktalarda buluşmalı ayrı noktalarda ise karşısındakinin inancına saygı duymalıdır. İnsanlığın huzuru, barışı böylesi bir atmosferde gerçekleşir. Aleviler, Ehlibeyt taraftarları böylesi bir dünyanın özlemi içinde olup bunun için azami çaba sarf edenlerdir. Şimdi sıra diğer inanç sahiplerinde.

Tahtacılar kimlerdir?


Tahtacılar, Ege ve Akdeniz bölgelerinde yaşayan Alevilerdir. Anadolu Alevi mozaiğinin en renkli öğelerinden olan Tahtacılar, genellikle orman işiyle uğraştıkları için bu ismi almışlar. Osmanlı kayıtlarına 16. yüzyılda "Cemaat Tahtacıyan" olarak geçmişlerdir. Bazı bilgilere göre Tahtacılar 11. yüzyılda Anadolu’ya göçen "Ağaçeri"’lerin soyundan gelen bir topluluk. Tahtacılar çoğunlukla göçebelikten yerleşik düzene geçmiş durumdalar.

Tahtacılar tarih boyunca bir çok batılı araştırmacının dikkatini çekmişlerdir. Bu araştırmacıların dikkatini en çok Aleviliği uygulama biçimleri ve doğayla olan ilişkileri çekmiştir.

Tahtacılar tarih boyunca hep doğayla iç içe yaşamışlardır. Doğayı sevmek, onunla birlik olmak, onu yaşamın kaynağı olarak görmek... Bununla beraber Tahtacılar doğal bitkilerden elde ettikleri ilaçlarla kendi dertlerinin dermanını kendileri bulmuşlardır. Yine Tahtacıların giyim kuşamları, el sanatları, yemek kültürleri ile büyük bir kültürel zenginliğe sahipler. Örneğin desen desen halıları, yine büyük kıl çadırlar. Bu çadırlar yağmur geçirmez. Kışın sıcak, yazın serinletici olurlar. Bütün bu özgünlüklerle beraber Alevi öğretisini uygulamaları, Alevi inancının kadına verdiği özgürlüğü yaşamsallaştırmaları, tarih boyunca ve günümüzde bütün Alevilerde olduğu gibi Tahtacılar için de bir aşağılanma konusu olmuşlardır. Tahtacı kadını gerçek anlamıyla yiğit bir kadındır. Zorlu göçebelik koşullarında işin en büyük kısmı Tahtacı kadınının omuzundadır. Tahtacı kadını ana olarak fedakârdır, çocukların bakımı, klasik ev (çadır) işleri, hayvanların bakımı ve hayvansal ürünlerin üretime dönüştürülmesi, bütün bunları Tahtacı kadını gerçekleştiriyor. Bunun yanı sıra dağ koşullarında oluşan yiğitlik ve özgürlük. Yiğitliği iki anlamda kullanabiliriz. Hem fiziksel hem ruhsal yiğitlik.
Başta da belirttiğimiz gibi Tahtacılar Alevi toplumunun önemli bir öğesi durumundadır. Günümüzde her ne kadar yerleşik hayata geçip kendilerine Tahtacı denilmesinden hoşlanmasalar da, Tahtacılar gerçek anlamıyla büyük bir kültürel zenginliğe sahiptirler. Bu zenginlikler salt Tahtacı Aleviler ve diğer Alevi topluluklar için değil, bütün insanlık için bir değerdirler.

Yobazlık nedir ve yobaz kimdir?


Eskimiş, kokuşmuş, kirlenmiş, bozulmuş, miadını doldurmuş olan düşünce ve yaşam biçimini inatla savunan, bunun doğruluğuna kati bir şekilde inanan ve bu doğruluğu kendine yaşam biçimi seçerek dolaylı ya da direkt bunu diğer insanlara dayatan insan yobazdır. Bu yobaz kavramını daha çeşitli örneklerle ele alıp değerlendirmekte mümkün. Fakat öz itibariyle yobaz, geriliği temsil eden kişidir.
Yobazlık gericiliktir. Yobazla muhafazakâr karıştırılmasın. Yine yobazlığı geriye gitme şeklinde belirtirken, bu her türlü yozluğu yenilik adına sunan ve sahiplenen olarak anlaşılmasın. Nasıl ki yobazlık eskimişi, köhnemişi, kirlenmişi temsil ediyorsa; yozluk da yenilik adına sapıtmışı, dejenere edilmişi temsil etmektedir. Yobazlığa da, yozluğa da karşı olmak gerekiyor.

İsmaillilik nedir?

İsmaillilik diye de bilinen İsmailliye mezhebi, adını altıncı imam Caferi Sadık’ın oğlu İsmail’den almaktadır.
İmam Ali, İmam Hasan, İmam Hüseyin, İmam Zeynel Abidin, İmam Muhammed Bakır ve İmam Caferi Sadık’tan sonra gelen yedinci İmam konusunda anlaşmazlık çıktı. Alevilerin büyük çoğunluğu yedinci imam olarak Musa Kazım’ı tanıdı. Bir kısım Alevi ise yedinci imam olarak İsmail’i tanıdı.
İsmaillilik daha çok Fatımiler vasıtasıyla kuzey Afrika’da gelişim buldu. Diğer Aleviler kadar olmasa da daha bir çok coğrafyada taraftar buldu. İsmailiye’nin diğer Alevi mezheplerinden farkları, talidir. Öz aynıdır. Yine coğrafyanın belli etkileri ve imamlık seçimi konusunda anlaşmazlık olmasına rağmen bir çok noktada birliktelik vardır.
Günümüzde az sayıda da olsa İsmaillilik taraftarı vardır. İsmaillilik diğer Alevi mezhepler gibi tarih boyunca baskılara uğramış, bu baskıların neticesinde çok sayıda taraftarını kaybetmiştir. Bütün asimilasyona rağmen İsmaillilik belki Fatımiler dönemindeki kadar etkin değil ama varlığını sürdürüyor. İsmailiye’yi bir zenginlik olarak algılamak gerekir. Ve onların doğrularına çağdaş ölçüler dahilinde, yine Ehlibeyt’e bağlılık temelinde saygı gösterilmesi gerekmektedir.

Kerbela ne anlama geliyor?

Kerbela günümüzde Irak sınırları içinde yer alan bir bölgenin adıdır.
Kerbela’yı önemli kılan; Hz. Muhammed’in torunu, Hz. Ali’nin oğlu üçüncü İmam Hüseyin’in 680’de Emevi halifesi Muaviye oğlu Yezid’in askerleri tarafından Kerbela’da şehit edilmesidir. Bu insanlık dışı katliam tarihe "Kerbela Olayı" olarak geçmiştir.

Kerbela Olayının Aleviler için önemi nedir ve Kerbela Olayı nasıl gelişti?


Kerbela olayı aradan asırlar da geçse unutulmayacak kadar derin, anlamlı, öğreticidir.
Kerbela, iyi ile kötünün, zalim ile mazlumun, lanetli ile kutsalın, karanlık ile aydınlığın hesaplaşmasıdır. İmam Hüseyin burada kutsallığı, mazlumu, aydınlığı temsil etmektedir.
Kerbela Olayı’nın kökeni Hz. Peygamberin veda hacı’na ve yazılmayan vasiyetine kadar gider. Bilindiği gibi Hz. Muhammed peygamberliğini açıkladıktan sonra İslamiyet hızla gelişti. Bu gelişme Mekkeli müşrikleri telaşlandırdı. Onlar Hz. Muhammed’e olmadık engeller çıkardılar. Hz. Muhammed bütün bu engelleri aştı. Hz. Muhammed bütün bu müşriklerin, putperestlerin çıkardığı sorunlar ve engellerle mücadelede en büyük yardımı Hz. Ali’den görüyordu. Hz. Ali Peygamberin yanında eğitim almış, İslamiyet’i ilk kabul etmiş ve ayni zamanda Peygamberin kızı Hz. Fatma ile evlenerek Peygamberin soyunun sürdürücüsü olmuştu. Hz. Ali Kuran’da geçen ve onlarca hadiste geçen Ehlibeyt’tendir. Ehlibeyt Hz. Muhammed’in ailesi demektir. Ehlibeyt Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den oluşmaktadır.
Hz. Muhammed’in Medine’ye hicretinden sonra İslam dini gelişmeye devam etti. O kadar gelişti ki, Mekkeli putperestler bile Müslüman oldular. İşte bu putperestlerin içinde Mekke’nin en zengin kişilerinden biri olan Ebu Süfyan da vardı. Ebu Süfyan ve benzerleri İslam’a Peygambere inandıkları için Müslüman olmadılar. Onlar gelişen İslamiyet’in
silici
Unregistered
Sorularla Alevilik nedir?
Fatımiler devleti ne zaman kuruldu, kimler kurdu, kaç sene varlığını sürdürdü, Alevi inancının esas olduğu bir devlet miydi?

Adını Hz. Muhammed’in kızı, Hz. Ali’nin eşi, İmam Hasan ile İmam Hüseyin’in annesi olan Fatma’dan alan Fatımiler Devleti Fas, Cezayir, Tunus, Mısır ve Suriye’de egemenlik kurdu.
Fatımilerde kesin bir Ehlibeyt bağlılığı vardır. Fatımiler daha çok Aleviliğin İsmailliye koluna bağlıdırlar.
Fatımilerin çıkış noktası Abbasi egemenliğinin olduğu yıllara dayanmaktadır. Bu yıllarda Abbasi iktidarı Alevileri eziyordu. Fatımiler, Abbasi egemenliğine karşı muhalefeti örgütlüyordu. Ne gariptir ki; Abbasi egemenliği Alevilerin sayesinde iktidara gelmişti. Kanlı Emevi iktidarını Aleviler yıkmıştı. Abbasiler iktidara geldiklerinde Ehlibeyt taraftarlarına yani Alevilere baskı uygulamayacaklarını, onların inançlarını özgürce yaşamalarını sağlayacaklarını vaat ediyorlardı. İktidara gelince Emevi iktidarındaki baskı ve zulüm aynen devam etti. Aleviler bu zulme karşı örgütlenmeye başladılar. İşte bu örgütlenme Abbasi iktidarının gözünden kaçmadı. Bunun üzerine Alevilerden bir kısmı Kuzey Afrika’ya ve Yemen’e yöneldiler. Bunlar daha sonra Fatımiler adını alarak bütün Kuzey Afrika’da bir Fatımiler Devleti kurdular. 340 yıla yakın bir dönem iktidar olan Fatımiler, egemenlik alanına İtalya’nın Sicilya bölgesini de kattılar.
Fatımiler Devletinde salt inançsal anlamda gelişmeler olmadı. Bununla beraber günümüzde dahi büyük öneme sahip olan El-Ezher Üniversitesi de dahil olmak üzere bir çok olumlu gelişme yaşandı. El-Ezher Üniversitesi günümüzde Sünni inancın en yoğun öğretildiği merkez olarak ta bilinir. Bu da kaderin garip bir cilvesi olsa gerek. Yine Kahire kentini Fatımiler kurmuşlardır.
Kısaca belirtmek gerekirse...
Fatımiler Alevi inancın gelişmesine öncülük etmişlerdir. El-Ezher Üniversitesi örneğinde olduğu gibi bilime önem vermişlerdir. Ama ne yazık ki; Fatımiler Devleti’nin yenilgiye uğramasından sonra bu kazanımlar ya yok olmuşlar ya da diğer inançlara hizmet edecek hale getirilmişlerdir. Günümüzde Kuzey Afrika topraklarında Fatımilerin izleri olmakla beraber bu izler çok zayıf görünmekteler.

Alevilerde mizahın yeri nedir?


Aleviler tarih boyunca inançlarını baskı altında yaşamak zorunda kaldılar. Sünni inanç küçük bir kesit dışında hep iktidar inancı oldu.
Egemenler İslamiyet adına Alevilere yobazlığı dayattılar. Aleviler bunlara hep direndi. Alevilerin direnci salt zorba iktidara karşı değildi. Aynı zamanda din adına sürdürülen hurafelere, dogmalara, cahilliklere de karşıydı.
Bektaşi Alevilerin akıl dolu, iyi düşünülmüş adeta çoğunlukla Aleviliğin felsefesini anlatan fıkraları günümüzde bile Alevilerin moral kaynağı olmaya devam ediyor.
Bektaşi babalar Allah adına uygulanan hurafeleri mizah yoluyla eleştirmiş, yine mizah yoluyla kendi doğrularını ortaya koymuştur. Bektaşi Alevilerin fıkraları salt mizah içermiyor, aynı zamanda derin bir felsefe ve mantık içeriyor. Alevilerin mizah anlayışı zengindir. Bu büyük bir mirastır. Bu mirasın önemi günümüzde daha çoktur. Çünkü Aleviler günümüzde de ya yozlaşmak ya da yobazlaşmak ikileminde bırakılıyorlar. Egemen güçler Aleviliğin dayandığı felsefi kaynakları yok etmeye çalışıyorlar. Alevilikle çelişen bir çok kavram ve kuralı Aleviliğe yerleştirmeye çalışıyorlar. Aleviler de, Alevilik ve tarih bilincinden yoksun oldukları için bunları kabullenmek zorunda kalıyorlar. Hâlbuki bir Bektaşi babanın fıkrası, bu egemenlerin onlarca tezini çürütecek boyuttadır. Abarttığımız sanılmasın. Ulu Hünkâr Bektaş Veli’nin de buyurduğu gibi "inanmazsan gelir görürsün". Biz de diyoruz ki; öğrenmek isteyenler bu zengin mirasa baksınlar.

Babailer isyanı nasıl gelişti?


Alevi tarihi bir isyanlar, başkaldırmalar tarihidir de. Aleviler tarih boyunca hep zulüm edenlere karşı isyan etmiş, ayaklanmışlardır. BABAİLER isyanı da bu şanlı başkaldırı zincirinin onurlu halkalarından biridir.
Adını Baba İLYAS’tan alan bu ayaklanmanın etkileri yıllarca sürdü. Babailer isyanı Selçuklu devleti için olduğu kadar Aleviler için de önemli bir tarihsel süreçti. Selçuklu devletinin etkinsizleşmesinin sebebi bu şanlı isyandı.
Baba İlyas ve Halifesi (yardımcısı) Baba İshak Anadolu toprakları üzerinde hüküm süren Selçuklu devletinin politikalarından bıkan, vergilere tâbi tutulan, gittikçe yoksullaşan halk kitlelerinin doğal önderi olmuşlardı.
Selçuklu sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev, halk üzerindeki baskılarını artırıyordu. Adaletsizlik ve zulüm Anadolu’yu sarmalamış durumdaydı. İşte böyle karanlık günlerde Baba İlyas, günümüzde dahi önemini koruyan hakçı düşüncelerini Anadolu insanına anlatıyordu. Baba İlyas ve ardıllarının düşüncelerini kısaca özetlemek gerekirse: Baba İlyas’a göre Tanrı sevgisi, dinin katı kurallarıyla sağlanamazdı. İnsan ancak kendi gönlünce bu sevgiyi yaratabilirdi. Toplum kadın-erkek ayrımının olmadığı, tüm bireylerin (kadınıyla-erkeğiyle) eşit olduğu bir bütündü. Ama Selçuklular ve onların egemenliğindeki beylikler böyle olması gereken bu tanrısal düzeni kendi çıkarları için bozmuşlar ve bir adaletsiz zulüm düzeni kurmuşlar. Oysa asıl amaç bütün insanların kardeşçe, barış içinde ve beraberce üreterek yaşamaları olmalıydı.
Baba İlyas’ın bu düşünceleri değil 13 asırda, günümüzde dahi insanların özlem duyduğu istemlerinin dile gelmesiydi. Nitekim Babailerin şiarı olan "yarin al yanağından gayrı her şeyde eşitlik" sloganı aradan geçen bu kadar zamana karşın hâlâ güncelliğini koruyor.
1239 yılında Selçuklu sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev, ansızın birliklerini insanlığın özlemlerini dile getiren Baba İlyas’ın üzerine sürdü. Ve böylece ayaklanma başladı. Saldırıların başlamasıyla Baba İshak Anadolu’nun dört bir tarafına ayaklanın çağrısını yaptı. Babailer ilk etapta Elbistan, Sivas daha sonraki aşamalarda Amasya ve Kayseri’yi aldılar. II. Gıyasettin Keyhüsrev başkent Konya’yı terk etmek zorunda kaldı.
Baba İlyas’ın Amasya kalesindeki şahadetinden sonra çatışmalar şiddetlendi. Babailer Kırşehir’e yöneldi. Bu arada Selçuklu ordusu toparlandı ve paralı Frenk askerlerini de yanına alarak inisiyatifi ele geçirdi. 1240’ta Baba İshak Amasya’da asılarak şehit edildi ve Babailerin büyük çoğunluğu kılıçtan geçirildi.
Babailerin düşünceleri daha sonraları Hacı Bektaş Veli başta olmak üzere bir çok kimselerin düşüncelerini şekillendirerek yenilmediğini kanıtlamış oldu.

Alevilerde şiirin anlam ve önem nedir?


Herhalde dünyada şiirle bu kadar iç içe olan, şiirle bütünleşen, duygularını ve düşüncelerini şiirle dile getiren başka topluluk yoktur. Aleviler hayallerini, sevgilerini, yergilerini, inançlarını şiirle dile getirmişlerdir. Alevilerin tamamına yakını şairdir dersek abarttığımız sanılmasın.
Alevi şiiri yapı ve ölçü olarak halkın anlayacağı tarzda olduğu için, halkı şiirin içeriğini kolay anlamış ve içselleştirmiştir. İçselleştirdiği için de onu her yerde söylemiş, böylelikle inancını ve moralini bütün olumsuzluklara rağmen korumuştur.
Alevi şiirinin tarihi de Alevi toplumunun tarihi gibi kan ve can vererek yazılmıştır. Pir Sultan, Nesimi örneklerinde olduğu gibi Alevi şiiri halk şiiridir. Egemenlerin şiiri değildir. Dolayısıyla şairi de halktır. Oysa Osmanlı iktidarında ve benzer iktidarlarda şiir dolayısıyla sanat iktidara hizmet etmiştir. Örneğin Osmanlı’da Divan edebiyatı vardır. Divan edebiyatı Osmanlı iktidarını süsleyip-püsleyip anlatıyordu. Ve sanatçılar süsleme karşılığında devletten para alıyorlardı. Buna karşın gelişen Alevi şiiri ise baskıları, sömürüleri kınıyor, halkı bu zulüm karşısında uyarıyor. Onları eşitliğe, kardeşliğe, sevgiye davet ediyordu.
Alevilerde şiir bir çok açıdan önemli bir örgütlenme ve propaganda aracı niteliğindeydi. Alevi yazılı kaynaklarının örneğin Menkıbenamelerin, Velayetnamelerin çoğaltılması imkânı yoktu. Az sayıda var olan yazılı kaynak da ağır baskı koşullarında yok ediliyordu. Bu sebeple Alevi önderleri ağırlığı şiire verdiler. Çünkü şiir bir çok bilgiyi içeriyor ve hafızada tutulması kolay oluyordu. Aleviler şiiri geliştirip günümüze kadar getirdiler. Ama maalesef Alevi sanatçılar, aydınlar bu yüzyılda bütün sanat alanlarında olduğu gibi şiirde de bir gerileme içine girdiler. Var olan tarihsel mirası iyi değerlendirip çağa uygun bir çıkış yapamadılar.
Alevilerde şiirin içeriği başlıca şu konulara ayrılır. İnsan, Hak-Muhammed-Ali sevgisi, Kerbelâ Olayı, doğa sevgisi, yergi (lanetleme) şiirleri, Duazı İmam (On İki İmam), ölüm ile yaşam üzerine şiirler, kavga ve umut şiirleri. Aslında bu listeyi uzatabiliriz. Başta belirttiğimiz gibi Alevi şiiri, yaşamın olumlu olumsuz bütün renklerini yansıtıyor ve bu haliyle de Alevilere moral ve eğitim kaynağı olmaya devam ediyor.

Alevi birisi Sünni birisiyle evlenebilir mi?

Alevi bir kişi ile Sünni bir kişinin evlenmesi O kişilerin bileceği bir iştir. Dini olarak herhangi bir sorun yok. Ama geçmiş tecrübelerden biliyoruz ki işin pratik tarafı oldukça zor oluyor. Yani evlendikten sonra sorunlar başlıyor. Evli çiftler birbirlerinden kendi inançlarına girmelerini istiyor, hatta bu noktada baskı yapıyor. O vakitte sorunlar başlıyor.

Sonradan Alevi oluna bilinir mi?
Evet.
Alevilik bir inançtır. isteyen Alevi olabilir, isteyen Alevilikten çıkabilir. Alevi inancının kurallarını yerine getiren herkes Alevi olabilir.

Kirve çocukları evlenebilirler mi?


Kirvelik bilindiği gibi tarihte çok önemli işlevi olan bir kurumsal yapıydı. Kirvelik, kirve olanlar arasında kesin bir kardeşliği emrediyordu. Dolayısıyla, bir nevi sigorta işlevi görüyordu. Zorlu yasam koşulları karşısında insanların bir birlerini desteklemelerini; yardımlaşmayı, dayanışmayı esas alıyordu. Bu bağlamda kirvelik kardeşlikten de yakın olarak görüldüğünde evlilik çoğu bölgelerde mümkün olmuyordu. Ancak değişen koşullar bu geleneği pratikte işlevsiz hale getirdi.
Doğrusuda budur. Yani kirvelerin çocukları bir birleriyle evlenebilirler. Çünkü inanç, insan yaşamını zorlaştırıcı kurallar bütünü değildir. Alevi inancı biçimsel kuralları, hurafeleri, dogmatik düşünceleri, batıl inançları ret eden bir özelliğe sahiptir. Bu anlamda inanç diye dayatılmak istenen bazı yoz ve yobaz geleneklerin Alevi inancında yeri yoktur. Nitekim tarih boyunca Aleviler bu insan yaşamını zorlaştırıcı gerici geleneklerle çatışmışlardır. Bu demek değildir ki Alevi toplumu geleneklerine ve değerlerine bağlı değildir. Aksine, Alevi toplumu öz değerlerine ve toplumsal bütünlüğü sağlayan değerlerine kesinkes bağlıdır. Bunca baskı ve zulme karşın bu bağlılıktan vazgeçmemiş ve bedeller ödemiştir. Ama toplumu geriye götüren boş inançlara, hurafeye taviz vermemiştir.

Aleviler neden kendilerini Kızılbaş veya Şii olarak adlandırmıyorlar?

Alevi kavramı bir üst kimliği temsil ediyor. Yani bütün Hz. Ali taraftarlarının genel adidir. Bu sebepten Alevi kavramı tercih ediliyor.

Tasavvuf nedir?


Her grup, akım, hizip... tasavvufa farklı manalar vermişler.
Aleviler tasavvufu, insana ve tanrıya gönül gözüyle bakma, dünyayı sevgi temelinde anlamlandırma ve buna uygun yaşama tarzı olarak tanımlarlar. Tasavvuf, Kur’an’ın batini yorumu olarak dinin tebliği ile birlikte varolan, onun özünü anlama ve yaşama halidir. Mutasavvıflar Kur’an tefsirinin geliştirilmesinde büyük rol oynamışlardır. Onlar sadece sözcüklerin mealini yani zahiri manasını vermekle yetinmemiş, sözcüklerin ardındaki simgesel anlamı, batini manasını açığa çıkarmışlardır. Böylece dinin hoşgörüye açık, herkesi kucaklayan özünü yakalamışlardır.
İnsanın maddi alemden kurtulup Hak’ta yok olmasını, ikilikten kurtulup birliğe ulaşmasını, Hak ile Hak olmasını, O yüce aşk halini yaşamasını öğreten ilmi yol tasavvuftur. Alevilik Tasavvufsuz düşünülemez. Aleviliğin İslamiyet’i anlayış, yorumlayış ve yaşayış biçimini hayata geçirme şeklidir.
Tasavvuf, İslam’a sonradan eklenmediği gibi, ondan sapma da değildir. Tasavvuf dinin özüdür.
Tasavvuf, İslam dininin yayıldığı her yere gitmiştir. Dini zahiri olarak anlayan, onu kişisel çıkar ve siyasal amaçlarına göre yorumlayanların karşısında olmuş, kılıca rağmen gönülleri feth etmiştir.
Tasavvuf bir gayb (Gizli,Mana) alemidir. Hak sırlarıyla doludur. Bu alemi benimsemek ve taşımak yüce bir bağlılık (AŞK) gerektirir. Bu aşk hali anlatılmaz yaşanır. Bu aşk halinin ilmi Hak dostlarına aittir. Hak dostları sırlarını yine Hakka aşık olmuş kişilerle paylaşır.
Kaynak: Hüseyin bal

Vahdet-i Vücud ne anlama geliyor?


“Varlığın birliği” anlamına geliyor. Alemde var olan her şey Allah’ın bir yansıması ve insan “varlığın” bir parçası.
Vahdet-i Vücud fikrini savunup geliştirenler arasında Hallac-ı Mansur, Bayazid Bestami, Yunus Emre, Mevlana gibi Alevi toplumunca saygı ile anılan değerli önderler vardır.
Vahdet-i Vücud, öyle kısaca anlatılacak bir olgu değildir. Bu anlamıyla bazı yanlış anlaşılmalar oluyor. Önyargılı dogmatik düşünce/inanç sahipleri olayı derhal farklı boyutlara çekebiliyorlar. Nitekim Hallac-i Mansur ve benzer öncülerin başına gelenler ibret vericidir.

Batın-Zahir ne anlama geliyor?


Batın; içsel, giz, sır anlamına geliyor. Zahir ise görünen, apaçık ortada olan anlamına.
Her şeyin bir önyüzü olduğu gibi birde arka yüzü vardır, bir görünen tarafı olduğu gibi birde görünmeyen tarafı vardır. Görünen taraf Zahir, görünmeyen tarafta Batındır.
Bu açılımdan sonra kavramların inançsal boyutuna da değinelim: eğer kişi tanrısal hakikate ulaşmak istiyorsa kendisini görünen(zahir) ile sınırlamamalıdır. Görünenlerin yanında birde görünmeyen(batin) olanı da anlamaya çalışmalıdır. Sadece görünen, dışsal(zahir) ile kendisini sınırlayanlar hakikat sırrına eremezler. Zahir ve Batin bir bütün olarak ele alınmalıdır.
Tasavvufun bir çok boyutun da olduğu gibi, Zahir-Batin meselesinde de kafalar çoğu zaman karışıyor. Bu tür, her akıma göre farklı manalar taşıyan kavramları iyi irdelemek gerekiyor. Böylece doğru anlamlar verilmiş olur.

Şeyh Bedrettin Alevi miydi?


Şeyh Bedreddin öğrenimine Edirne’de başladı. Bursa ve Konya’da eğitimini tamamladıktan sonra Mısır’a giderek zamanın ünlü bilginlerinden dersler aldı. Şeyh Bedreddin’in düşüncesi ve yaşamı Mısır’da Şeyh Hüseyin Ahlati ile tanışmasından sonra değişti. Çünkü Bedreddin o güne kadar hep Sünni İslam anlayışını benimseyenlerin çevresinde bulunmuş ve kendi düşünceleri de öyle şekillenmişti. Şeyh Hüseyin Ahlati ise Ehlibeyt düşüncesini yani Aleviliği benimseyen birisiydi. Şeyh Bedreddin, Şeyh Hüseyin Ahlati ile yaptığı sayısız tartışma ve sohbet sonrası Aleviliği benimsemişti. Bu aşamadan sonra Şeyh Bedreddin Tebriz’e giderek sarayda düzenlenen tartışmalara katılır. Tekrar Mısır’a dönüşünden kısa bir süre sonra Şeyh Hüseyin Ahlati vefat eder. Şeyh Bedreddin, Hüseyin Ahlati’nin yerine geçer.

Hızır kimdir ve Hıdrellez ne anlama geliyor?


“Yetiş ya Hızır” deyimi asırladır darda kalanın, zorda olanın umut çığlığı olarak söylenmektedir. Hızır, zor durumda kalanların, son çareleri tükenenlerin çağırdıkları, medet diledikleri erendir.
Bilinenlerin aksine Hızır, sadece Anadolu’da değil bir çok coğrafyada aynı anlamda anılmaktadır. Aleviler Hızır’ı bir peygamber olarak kabûl ederler. Ondan Hızır Peygamber, Hızır Aleyhisselam ya da Hızır Nebi olarak söz edilir. İnanca göre Hızır Peygamber ölümsüzlük suyu (Abı hayat) içmişti. Zaman zaman dünyaya gelerek, darda olanların yardımına koşar ve doğaya yeniden can verir. Hızır Nebi halk arasında şöyle tarif (tasavvur) edilir: üzerinde çiçeklerden yapılmış bir cübbesi bulunan, ak sakallı, nur yüzlü yaşlı biri olarak betimlenir. Bastığı yerde güller açar, ekinler yeşerir. Elini sürdüğü kişi dertlerden, uğursuzluklardan, hastalıklardan arınır, ömür boyu huzurlu yaşar.
Hızır üzerine gerçek mi yoksa hayali biri mi olduğu yönündeki tartışmalar devam etmektedir. Bazı kaynaklar Kuran-ı Kerim’de Kehf sûresinde geçen ve Hz. Musa ile beraber olan ama ismi zikredilmeyen kişinin Hızır olduğu yönündedir. Bütün bu tartışmalar bir yana, Alevilerin algıladığı, andığı Hızır’ı biraz daha somutlaştıralım.
5 mayısı 6 mayısa bağlayan gece Hızır ile İlyas’ın yeryüzünü gezdiği ve buluştukları gecedir. Buna Hıdrellez denilir. Bu Hıdrellez bayramını bir çok topluluk kendine göre kutluyor. Ayrıca yöreden yöreye tarihi değişen ama genelde birinci ve ikinci ayda olan üç günlük Hızır Orucu tutulmaktadır.
Sonuç olarak; Hacı Bektaşı Veli’nin Vilayetnamesinde anılan Hızır, Aleviler için zor günün, dar günün dostudur. Hızıra Şükran manasında 3 günlük oruç tutuluyor. İnanan kalpler için Hızır her yerde ve her zaman için hazır-nazırdır.

Yeniçeriler Alevi miydi?


Yeniçerilerin Aleviliği konusu en çok çarpıtılan konulardan biridir. Genel anlamda yeniçeriliğin ne anlama geldiğini özetlersek; Yeniçeri ocağı ,1362 yılında I.MURAT tarafından kurulmuş daimi ve ücretli askeri bir teşkilattır. Yeniçeri askerleri, Osmanlı ordusunun ilk düzenli savaş birliğiydi. Kazanılan savaşların sonunda esir olarak alınıp getirilen ve daha sonraki tarihlerde de Hıristiyan tebaadan da devşirilen 8-20 yas arası çocuklar, sıkı disiplin altında askeri eğitim görüyorlar ve "Yeniçeri " oluyorlardı.
Yeniçeriler Osmanlının savaş gücüydü. Bu güce hakim olan unsurlar devlete hakim oluyordu. Devlete hakim olmasa bile sözü geçenlerden oluyordu. Bu durumu gören Alevi önderleri yeniçerileri etkilemeye çalıştılar ve bunda başarılıda oldular. Ancak dikkat edilmesi gereken bir nokta var: iddia edildiği gibi Aleviler yeniçeri ocağını kurmadı, ancak zamanla yeniçeri ocağı üzerinde büyük bir etkiye sahip oldular. Kısacası yeniçeriler ilk etapta Alevi değillerdi. Zamanla Alevi inancının hakim olduğu bir zümre oldular. Bu hakimiyetin belirgin bir şekilde kendini göstermesi sonucu yeniçeri ocağı kapatıldı (1826 yılında) ve yeniçeriler kıyımdan geçirildi. 1826 tarihi ayni zamanda Osmanlı topraklarında Aleviliğin yasaklanmasının da tarihidir.

Hacı Bektaş Veli kimdir?


Anadolu Alevilerinin piri olan Hacı Bektaş Veli, kesin olmamakla beraber 1210’da doğmuştur (1271’de hakka yürümüştür). Horasan’dan gelip Anadolu’ya yerleşmiş, burada çilekeş Anadolu insanının yolunu aydınlatmış, gönüllerini muhabbet ile doyurmuştur -bu misyon bugünde canlılığından hiç bir şey kaybetmeden, hatta daha da sağlamlaşarak devam ediyor-. Hacı Bektaş Veli’yi ölümsüz kılan, onun Anadolu insanı şahsında insana verdiği değerdir.
Hacı Bektaş Veli’nin hayatı hakkında bir çok tez var. Bu tezlerin sahipleri genellikle büyük Hünkar’ı kendi ideolojik şekillenmelerine göre değerlendiriyorlar. Yalnız şu bir gerçek ki; ne kadar muğlaklaştırmaya çalışırlarsa çalışsınlar, Hacı Bektaş Veli gerçekliğini yok edemezler. Bu açıdan baktığımızda Hacı Bektaş Veli’nin kronik hayat hikayesinden çok önemli olan onun insanlığa kazandırdığı değerlerdir. Bu değerlerin başında da, ‘her ne arar isen kendinde ara’ ve ‘eline beline diline sahip ol’ ilkeleridir. Bunlar yüzlerce cilde sığacak olanı üç satırla belirtiyor. Aşağıda Hacı Bektaş Veli’nin zengin düşünce değerlerinden bir kaçını aktarıyoruz:
İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu. Eline, beline, diline sahip ol. Murada ermek sabır iledir. Araştırma açık bir sınavdır. Nebiler, Veliler insanlığa tanrının bir hediyesidir. Düşmanınızın dahi insan olduğunu unutmayınız. Hiç bir milleti ve insanı ayıplamayınız. Nefsine ağır geleni kimseye tatbik etme. İnsanın cemali sözünün güzelliğidir. Marifet ehlinin ilk makamı edeptir. Arifler hem arıdır, hem arıtıcı. Her ne ararsan kendinde ara. Bir olalım, iri olalım, diri olalım


Balım Sultan kimdir Aleviliğe katkısı nedir?


Bektaşiliği kurumlaştıran önder olarak bilinen Balım Sultan, 1457’de Dinetoka’da doğmuştur. 1517 tarihinde hakka yürümüştür.
Balım Sultan üzerine alabildiğine spekülasyonlar, karalamalar mevcut. Bu iftiraların, eleştirilerin çoğu dayanaksızdır. Diğerleri ise yanlış bilgi ve yanlış yorumlamadan kaynaklanmaktadır. Bu iddiaların neler olduğu ve bunlara karşın gerçeklerin neler olduğuna burada değinmeyeceğiz. Bizce bilinmesi gerekenler, Balım Sultan’ın Bektaşiliği kurumlaştıran önder olduğudur. Kurumlaşma beraberinde sürekliliği de getirmiştir. Ve Bektaşilik günümüze kadar baskılara, katliamlara rağmen gelmiştir. Bektaşiliğin bugüne kadar kurumsal anlamda gelmesindeki en büyük faktör Balım Sultan’dır. Balım Sultan, dergâhtaki bütün çalışmaları kayıt altına almıştır. Gerçi bu kayıtların çoğu çeşitli zamanlarda yok edilmişlerdir. Buna rağmen bu durum Balım Sultan’ın önderlik kabiliyetini göstermektedir. Balım Sultan, salt kayıt tutmakla yetinmemiş, mevcut olan bir çok olguyu da sistemleştirmiştir. İşte Balım Sultan’ın Cem ayinlerinden tutalım, dergâhtaki eğitime kadar verilen bütün hizmetleri sistemleştirmesi bir noktada merkezileştirmesi, bazı dar kafalıların ve art niyetlilerin Balım Sultan’ı karalamalarına nedendir.

Pir Sultan Abdal kimdir ve neler yapmıştır?



Pir Sultan Abdal, yedi ulu Alevi ozanından birisidir. Kişiliğiyle, sanatıyla, direnişiyle günümüzde de güncelliğini ve haklılığını korumaya devam ediyor.
Pir Sultan Abdal’ın asıl ismi Haydar’dır. Soyu Yemen’den olup oradan Hoy’a yerleştikleri Anadolu’ya göçle beraber Sivas Yıldızeli Banaz yaylasına yerleştiği belirtilmektedir. Kesin doğum ve şahadet tarihi bilinmemekle beraber 1500’lü yıllarda yaşadığı varsayılmaktadır. Pir Sultan Abdal’ın en büyük özelliği ne pahasına olursa olsun inandığı değerlerden zerre kadar taviz vermemesidir. Pir Sultan Abdal’ın günümüzde de oldukça popüler olan şiirlerinden anlaşıldığı üzere, Pir Sultan komple bir insandır. O salt bir şair değil, aynı zamanda halkın önderi, sözcüsü olarak siyasi bir kişiliktir de. Nitekim bunu bilen Osmanlı devleti, Pir Sultan’a mevki makam sunmuş bunda başarılı olamayınca Pir Sultan’ı idam ettirmiştir. Osmanlı devleti onu idam edip yok edeyim derken Pir Sultan Abdal daha da ölümsüzleşti.
Pir Sultan Abdal, şiirlerinde genellikle Alevi davasına ve ulularına olan bağlılığını işlemiştir. Bunların başında da Hz. Muhammed, Hz. Ali, On iki İmamlar, Hacı Bektaşi Veli gelmektedir.
Pir Sultan kendi çağının acılarına ancak direnişle son verileceğini coşkulu bir şekilde şiirlerinde dile getirmiştir. Pir Sultan Abdal’ın yaşadığı 1500’lü yıllarda Anadolu da Osmanlı zulmü vardı. Osmanlı devleti halkı ağır vergilere bağlıyor olmadık baskılar uyguluyordu. Bu baskıların sonucu sürekli isyanlar, başkaldırılar gelişiyordu. Gelişen başkaldırılar anlı-şanlı Osmanlı imparatorluğunu sarsıyordu. Osmanlı imparatorluğunun yöneticileri sadece isyan edenleri değil, bir baştan bir başa tüm halkı kılıçtan geçirip, kanlı saltanatlarını sürdürüyorlardı. İşte Pir Sultan Abdal böylesi koşulların ağır olduğu bir dönemde Anadolu’yu karış karış gezerek bir muhalefet hareketi geliştiriyor ve halkı sömürücü düzene karşı direnmeye çağırıyordu. Pir Sultan Abdal’ın çağrısı salt Aleviler için değil, Osmanlının sömürge düzeninden rahatsız olan herkeseydi. Pir Sultan’ın en büyük propaganda malzemesi Alevi öğretisindeki eşitliği, paylaşmacılığı dile getirdiği şiirleriydi. Pir Sultan Abdal Alevi öğretisi hakkında muazzam bir bilgi birikimine sahipti. Bu bilgisini şiirlerine yansıtıyor, bir ‘yol’ insanı olarak inancının gereklerini yerine getiriyordu. Bilindiği gibi Alevi inancının en belirgin özelliklerinden biriside, ne pahasına olursa olsun haksızlığa, sömürüye, zalimin zulmüne karşı olmaktır. Pir Sultan bu ilkeyi sonuna kadar savundu ve sonunda da Osmanlı devletinin Sivas paşası Hızır (Hınzır) tarafından astırılarak ilkeleri uğruna şehit edildi.
Pir Sultan Abdal, Alevi toplumunun yetiştirdiği en büyük kahramanlardan biridir. Pir Sultan Abdal eylemiyle, sanatıyla bir çığır açmıştır. Anadolu da Pir Sultanlar geleneğini başlatmıştır. Bu gelenek onurlu, erdemli insan olma geleneğidir. Bu gelenek ve yarattığı değerler, evrensel anlamda bütün insanlık için bir şereftir.

Hasan Sabbah kimdir ve neler yapmıştır?


Hasan Sabbah, tarihte ve günümüzde eşi benzeri olmayan bir Alevi önderidir. Hasan Sabbah, kurduğu örgüt ile yıllarca zalimlerin, saltanat sahiplerinin korkulu rüyası olmuştur.
Hasan Sabbah, İran’ın Kum kentinde doğmuştur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Hasan Sabbah, 17 yaşına kadar Oniki İmam’cı Şii eğitimi almıştır. 17 yaşından sonra İsmailliliği benimsemiş ve bölgenin İsmaili önderlerinden eğitim görmüştür. Hasan Sabbah buradaki eğitimini tamamlayınca, İsmaillilerin merkezi olan Fatımi Devleti’nin başkentine uzun ve zahmetli bir yolculuktan sonra 1078’de vardı. Hasan Sabbah üç yıl Mısır’da kaldı. Kahire ve İskenderiye’de dönemin ünlü bilginlerinden dersler aldı. Hasan Sabbah, 1081 yılında İsfahan’a dönerek, yetkinleşmiş bir şekilde mücadeleye başladı. Hasan Sabbah, yaklaşık 9 yıl çeşitli kentleri gezerek, İsmailliliği yaymaya çalıştı. Bu çalışmaları sonucu var olan İsmaili tabanını daha da genişletti. 1090 yılında Alamut kalesinde eğitim ve örgütlenme mücadelesine yeni bir boyut kazandırarak, Alamut kalesini kendisine merkezi üs olarak seçti. Alamut kalesi, Elbruz sıradağlarının en doruğunda olup, çok korunaklı bir konumdadır. Nitekim yıllarca ordular Alamut’u kuşatmalarına rağmen fethedememişlerdir. Hasan Sabbah burayı bilinçli seçmiştir. Hasan Sabbah, Alamut’un bütün eksiklerini tamamladı. Su kanalları açıp, ambarlar kurdu. Çevredeki küçük kaleleri alıp onlara kuleler yaptı. Çevrede bulunan yerleşim alanlarının çoğu İsmaili oldu. Bu arada bazı kurallar getirip, sosyal reformlar yaptı. İsmailileri kardeşlik bağlarıyla birleştirdi. Böylece her birey kendisini topluluğun sorumlu bir üyesi ve onun ayrılmaz bir parçası olarak hissetmeye başlamıştır.
Alamut kalesinin Hasan Sabbah tarafından ele geçirildiğini öğrenen Selçuklu veziri, Nizamülmülk, dört ay boyunca Alamut’u kuşatmasına rağmen sonuç alamadı. Bu dönemde Selçuklu Devleti’nde taht kavgası vardı. Bu durumu en iyi şekilde değerlendiren Hasan Sabbah, örgütlenme alanını günden güne genişletti. Örgütlenme ağı o kadar boyutlanmıştı ki, Selçuklu Devleti’nin üst düzey memurları dahi İsmaili olmuştu.
Hasan Sabbah, bütün yaşamı boyunca İsmaili inancının özgürce yaşanması için çalıştı. Bu noktada başarılı oldu. Bugün dahi onlarca kişi Hasan Sabbah’ın yaptıklarını hayranlık, şaşkınlık ve gıpta ile değerlendirmekteler. Hasan Sabbah’a olmadık iftiralar, hakaretler ve yakıştırmalar yapıldı. Öyle ki, Hasan Sabbah taraftarlarına afyon içenler anlamında haşhaşiler denildi. Oysaki onlara “Assasin” deniliyordu. Assasin kavramının türkçe karşılığı “bekçiler, sır bekçileri”dir. Onlar hiç bir zaman dünya malına olan düşkünlüklerinden, insanın inandığı değerler için yapmayacağı şey olmadığını bilmediler. Onlar için, değerleri için, inancı için yaşamını dahi feda etmek, insanın yapacağı bir iş değildi. Günümüzde dahi, Hasan Sabbah ve taraftarları için en ahlâk dışı iftiralar yapılmaktadır. Onlara göre Hasan Sabbah, fedailerini sahte cennet vaadiyle kandırıp, onları uyuşturucuya alıştırıp, eylemlere gönderiyormuş. Ne yazık ki, bir çok Alevi insan dahi bu yalanlara inanmaktadır. Oysaki gerçekler çok daha farklıdır. Gerçekte Hasan Sabbah, kötülüklere, haksızlıklara karşı gelmiş ve öğrencilerini de bu doğrultuda eğitmiştir. Onlara asla ve asla haksızlığa boyun eğmemelerini öğütlemiştir. Bu uğurda gerekirse yaşamlarını ortaya koymalarını öğütlemiştir. Hasan Sabbah’ı izleyen öğrencileri, yer yer fedai eylemler geliştirip, haksızlıkların üzerine gitmişlerdir. Doğal olarak haksız olanlar bunun karşıt propagandasını yapmışlardır. Ama bilinmelidir ki, bir kişiye ne kadarda uyuşturucu verilirse verilsin, o kişi asla böyle eylemler yapamaz. Aksine uyuşturucu alan kişi hantallaşır.
Hasan Sabbah’ın Alamut kalesini koruması, bu kaleye en güçlü ordunun dahi girememesi günümüzde dahi gıpta ile bakılan, hayranlık duyulan bir olaydır. Nasıl olurda bir fedai gözünü kırpmadan eylem gerçekleştirmiştir? O fedai nasıl bir eğitimden geçmiştir? Hasan Sabbah nasıl taktikler geliştirip, stratejisini uygulayıp, kaleyi güçlü ordu karşısında korumuştur? Bütün bunlardan yola çıkarak, Hasan Sabbah’ın etkileme gücü, bilinci, askeri dehası, örgütlenme stratejisi günümüzde hayranlık uyandırıyor. Böyle bir büyük şahsiyet görevini başarıyla tamamlamış 1124 yılında hakka yürümüştür.

Safevi ne anlama geliyor?

Safevi, büyük Alevi önderi Şah İsmail’in 1501’de kurduğu devletin adıdır. Safevi adı Şah İsmail’in atası olan Şeyh Safiyeddin’den gelir. Şeyh Safiyeddin Safeviye tarikatını kurmuştur. Bu Alevi örgütlenmesi özellikle Batı İran’da ve Azerbaycan’da gelişmişti.
Safevi devletinin kurulmasına, gelişmesine önderlik eden Şah İsmail’dir. Dolayısıyla Şah İsmail’in yaşantısı, önderlik gücü, yetenekleri bilinmeden Safevi devletinin nasıl kurulduğu ve o günün koşulları bilinmez. Şah İsmail’in babası Şeyh Haydar’ın şehit edilmesinden sonra Safeviye tarikatının önde gelenleri tarafından yıllarca sürecek bir eğitime tâbi tutuldu. Bu gizlilik içinde süren bir eğitimdi. Şah İsmail 15 yaşında ortaya çıkarak babasının ve atalarının intikamını almak için çalışmalara başladı. Bu çalışmalar var olan Safeviye çalışmalarıyla birleşince Şah İsmail 1501’de Tebriz’i Akkoyunlular devletinden aldı. Böylelikle tarihte Alevilik adına olumlu bir sürecin başlangıcı ilan edildi. Bu ilan edilen; yıllardır ezilen Alevi inancının resmi anlamda ilk defa bir devlet inancı olmasıydı.
Şah İsmail 1501-1510 yılları arasında Safevi devletinin sınırlarını genişleterek Musul ve Bağdat gibi merkezi yerleri de Safevi Devleti sınırları içine aldı.
Şah İsmail’in Hakka yürümesinden (1504) sonra yerine oğlu 1.Tahmasp geçti. Tahmasp, Safevi Devlet örgütlenmesini güçlendirmeye çalışırken babası gibi Osmanlı Devleti’nin saldırılarına maruz kalıyordu. Bu dönemlerde bir çok defa savaşlar çıktı. Bazı önemli merkezler sık sık el değiştiriyordu.
Safevi Devleti tarihinin önemli bir önderi de 1.Abbas’tır. 1.Abbas (doğumu 1588, Hakka yürümesi 1629) orduyu yeniden düzenledi. Kültüre, bilime, sanata, mimariye büyük önem verdi. Bu dönemde başkent İsfahan bu gelişmelerin merkezi oldu. Yine bu dönemde Safevi sınırları Afganistan içlerine kadar genişledi. Safevi Devleti’nin yönetimi bu genişlemeden sonra zayıfladı. Yönetimi eline alan Nadir 1736’da şahlığını ilan ederek bir dönemin kapandığını ilân etti. Kısaca belirtmek gerekirse; Safevi Devleti Alevi tarihi açısından önemli bir dönemi temsil eder. Safevi Devleti kesinlikle ırka dayalı bir devlet modeli değildi. Bu anlamda Safevilerin etnik kimliğini kullanmak isteyenler olayları çarpıtmışlardır. Safevi devleti Alevi inancının resmi olarak tanındığı , gelişmesinin desteklendiği, hatta örgütlendirildiği bir devlettir, önemi de buradadır.

Ahmet Yesevi Alevimiydi?


Ahmet Yesevi, Aleviliği etkileyen en önemli önderlerden biridir. Ona “Türkistan Piri” de deniliyor. Ahmet Yesevi’yi ırkçılığa, yobazlığa mal etmek isteyen, onun yüce şahsiyetini kendi dar düşünceleri için kullanmak isteyenler var. Ahmet Yesevi’yi Alevilik dışı sayanlar mevcut. Bunların bazıları art niyetli, bazıları ise cahillikten böyle davranıyor. Ahmet Yesevi, bir rivayete göre Anadolu’ya ve diğer bölgelere binlerce halife göndermiştir. Bir çok Alevi menkıbesinde ve şiirinde adı geçmekte olan, hatta en büyük pirlerden kabûl edilen bir şahsiyete başka başka anlamlar biçmek, tek kelimeyle gerçeklerin çarpıtılmasıdır. Ahmet Yesevi, düşüncesi itibari ile günümüzde dahi Alevi toplumu içinde yaşatılan bir alimdir. Onun kadın erkek eşitliği için söylediği sözler, hep kendisine ve ona tabii olanlara karşı kullanılmıştır. AhmetYesevi şöyle demektedir; “kadın ve erkek birlikte zikir ve tapınma yaparlarsa, kirlilikten arınırlar. Aralarında düşmanlık yerine sevgi oluşur”. Bu sözler Hoca Ahmet Yesevi ile Alevi felsefesinin kadın erkek eşitliği konusundaki tutumuna bir bütünlük sağlamaktadır. Böylesi düşüncelere sahip olan ulu bir şahsiyeti yobazlaştırmak, ırkçılaştırmak komiklik olmaktadır.
Bilinmesi gereken; Hoca Ahmet Yesevi’nin büyük bir Alevi önderi olduğudur. Yanlış yorum sahiplerini tarih yalanlayacaktır.

Hallac-ı Mansur kimdir ve Aleviler için ne gibi bir öneme sahiptir?

Alevi inancının felsefesini derinden etkileyen ve şekillendirenlerin başında Hallac-ı Mansur gelmektedir. Hallac-ı Mansur, düşüncesiyle, eylemiyle sadece İslami coğrafyalarda değil, bütün dünyada çeşitli inançlara mensup insanları tarafından da saygınlık görmüş, etki bırakmıştır. Tabii ki en büyük sahiplenme Aleviler tarafından gösterilmiştir.
Hallac-ı Mansur, 857 Tur’da doğmuştur. (Şahadeti: Mart 922 Bağdat).
Bütün Alevi önderlerinde olduğu gibi Hallac-ı Mansur hakkında da sağlam ve güvenilir bilgi yoktur. Hallac-ı Mansur hakkındaki bütün bilgiler sözlü gelenekle yaşatılmıştır. Yazılı kaynaklar tahrip edilmiş, Hallac-ı Mansur gerçeği yok edilmek istenmiştir.
Bütün tahribatlara rağmen Hallac-ı Mansur düşüncesi günümüze dek gelmiştir. Hallac-ı Mansur’u bu kadar güçlü kılan ve günümüze kadar gelmesini sağlayan felsefesi bütün boyutlarıyla Alevi öğretisinde yer almıştır. Örneğin Cem töreninin en önemli aşamalarından biri olan ve haklıyı, gerçeği ortaya koyan "Dar-ı Mansur" en büyük kanıttır. Dar-ı Mansur bir noktada mahkeme işlevi görmektedir. Ama bu öyle bildiğimiz mahkemelerden olmayıp, halk mahkemesi şeklindedir. Böyle olduğu için de haklı ve gerçek her zaman daha yoğun gerçekleşmiştir.
Hallac-ı Mansur, düşüncesi için darağacını göze almış ve hiç bir karanlıktan çekinmeden düşüncesini açıklamıştır. Düşünce(si)leri ne kadar "aykırı" olsa da onları ölümüne savunmuştur.
Hallac-ı Mansur kendisini kırbaçlara, darağacına götüren düşüncesini iki kelime ile özetlemiştir: Enel Hak. Enel Hak, ben Hakkım, hakikatim anlamına gelmektedir. Şüphesiz bu iki kelimenin altında yüzlerce cilt kitaba sığmaz derin anlamlar yatmaktadır. Hallac-ı Mansur düşüncesine göre; insan Tanrının bir yansımasıdır. İnsan Tanrıdan ayrı düşünülemez ve eğer insan kalbini kötülüklerden arındırırsa Tanrı ile bütünleşebilir.
Aradan 1000 bin yıl geçmesine rağmen Hallac-ı Mansur’un düşünceleri tartışılmaya ve etkilemeye devam ediyor. Anlaşılan daha da devam edecek.

Bozoklu Celal kimdir ve neler yapmıştır?


"Celallenmek" kavramı Türkçe’ye Bozoklu Celal vasıtasıyla girmiştir. Bozoklu Celal’in yaşamı hakkındaki bilgiler günümüze kadar açığa çıkmamıştır. Var olan bilgilere bakılırsa; Bozoklu Celal Tokat yöresinde yaşamış ve bu bölgede örgütlenmesine başlamıştır. Muhtemelen 1520’lerde Bozoklu İsyanı gerçekleşmiştir. Bu yıllarda (1500’ler) Anadolu halkı büyük bir zulüm altındaydı. Egemen Osmanlı iktidarı halkı ağır vergilere bağlarken, onları bir de Alevi oldukları için dışlıyor, en küçük bir hak talebine büyük baskılarla, katliamlarla karşılık veriyordu. Bozoklu Celal böylesi ağır koşulların hüküm sürdüğü topraklarda Alevi inancının biat etmez, baş eğmez ilkelerini hayata geçiriyordu. Alevi inancı Hz. Ali’den, İmam Hüseyin’den başlayarak hiç bir zaman zalime boyun eğmemiştir. Alevi inancını şekillendiren etmenlerden biri de zalimin zulmüne boyun eğmemek, neticesi ne olursa olsun onlara karşı direnmektir. Bozoklu Celal bu şerefli tarihi bilince çıkarmış ve kendisinden sonrakilere örnek olacak şekilde etrafına yaymıştır. Nitekim daha sonra gelişen bir çok ayaklanmaya "Celali Ayaklanması" adı verildi. Bozoklu Celal, tarihe şanlı bir ayaklanmalar zincirinin başlatıcısı, önderi olarak geçmiştir. Bu anlamıyla önemli olan Bozoklu Celal’in kesin olarak kaç yılında yaşadığı ve şahadete ulaştığı değildir. Önemli olan Bozoklu Celal’in baskı ve zulme karşı direnmiş olmasıdır. Ağır baskı koşullarında Osmanlı iktidarına karşı başkaldırmak ve bu başkaldırıyı süreklileştirmek önemli bir olaydır. Bozoklu Celal bunu başarmıştır. Anadolu’nun dört bir tarafında ezilen insanlara kurtuluşun yolunu göstermiştir.
Administrator
Sorularla Alevilik nedir?
silici yazdı:
[B]Aleviler namaz kılarlar mı?


Aleviler ve namaz konusunu bir kaç boyutuyla ele almak gerekiyor. Çünkü Alevilerin sürekli olarak maruz kaldığı soruların başında ’neden namaz kılınmıyor’ sorusu geliyor. Her Alevi mutlaka ömrünün birden fazla döneminde ’siz Aleviler neden namaz kılmıyor, camiye gitmiyorsunuz?’ sorusuyla karşılaşmıştır .

Aleviler namaz kılar mı?

Biz Aleviler Sabah 05:30,Öğlen 14:00 ve Akşam 20:00 'de olmak üzere günde 3 defa namazlarımızı kılarız. Pirimiz Zöhre Ana'nın bizlere öğrettiği Hz.Muhammed ve Hz.Ali'nin kıldığı Ehlibeyt namazlarımızı kılarız.

Bir takım Aleviler namazımız yoktur demektedirler.

Madem Alevilerin namazı yok,peki neden Cem evlerimizde Cenaze namazınızın kılınmasına izin veriyorsunuz? Ölüye namaz var da diriye mi yok ?

İkincisi Hz.Ali namaz kılarken kafir milcan elinden şehit düşmedi mi?

Hz.Ali camide şehit edilmedi çünkü o dönemde cami diye bir yapı yoktu. Cami,Arap milliyetçisi,sapkın Emevi saltanatının getirdiği bir yapıdır. O yapılarda Ehlibeyt'e yüzyıllarca küfür ettirdi. Ettirene de edene de lanet olsun...

"Efendim Hz.Ali camide şehit edildi o yüzden biz Aleviler camiye gitmeyiz" bu yanıtı çokça Alevi canlarımızdan duymuşsunuzdur.

Asimilasyona uğrayan bazı Alevilerin dışında zaten bizler Camiye ibadet yapmaya gitmiyoruz çünkü bizim ibadethanemiz Dam Evi'dir yani bugün ki adıyla Cem evidir. Öyleyse sayın Alevi dostlarım dam evine gidip namazlarınızı kılabilirsiniz.

Hünkar Hacı Bektaş Veli pirimizin darı çeç üzerinde namaz kıldığını bilmem biliyor musunuz?

Pirimiz Zöhre Ana diyor ki:" Bugün Aleviler yıkık duvarlar üzerinde gezmektedir."
Bunun anlamı Alevilik bir inanç,ibadet yolu olmasına karşın bugün ki çoğu Alevilerin sadece dernek Aleviliği güttüğü ve ne inanç ne de ibadet noktasında görevlerini yerine getirmediğini vurgulamaktadır. Akıllara ziyan bir şekilde Türbelerimizin başında içkili eğlenceler tertiplenmekte ve her türlü düzensiz davranışlar bu Ulu zatların mekanlarında sergilenmektedir. Türbe dediğimiz zaman Hak Muhammet Ali yolunu Evliya sıfatında süren ,Haktan alıp Halka veren,keramet sahibi yüce zatları anlıyoruz değil mi?

Peki nefsi yezit olmuş Aleviler ! Siz babanızın,annenizin mezarının başında içkili organizasyonlar düzenliyor musunuz? Eminim yapmıyorsunuzdur...

O zaman hangi curetle,hangi akılla ve mantıkla Pirlerimizin türbelerinde "Davullu Zurnalı Festival" tertipliyorsunuz...


Aleviler neden camiye gitmez?

Genel olarak Sünniler neden cem evine gitmiyorlarsa Aleviler de bu yüzden camiye gitmezler.
Posting Freak
Sorularla Alevilik nedir?
Alıntı: Semah nedir?


Semah, Cemlerde deyişler eşliğinde yapılan dinsel törenin adıdır. Ulu Hünkâr Hacı Bektaşı Veli bu konuda şöyle söyler: "Semah, ariflerin aleti, muhiplerin ibadeti, taliplerin maksududur. Bizim Semahımız oyuncak değil, ilahi bir sırdır. Bir kimse ki Semahı oyuncak sayar o cahildir".
Semahın kaynağı Kırklar meclisine dayanır. Bu meclise gelen Hz. Muhammed’e Salmanı Farisi tarafından bir üzüm tanesi verilir ve Salmanı Farisi kendisinden bunu paylaştırmasını ister. Hz. Muhammed Cebrail’in getirdiği tabakta bu üzüm tanesini sıkar. Bunu içen Kırklar "Ya Allah" deyip Semah dönmeye başlarlar.
Semah yalnız Cemlerde dönülür. Bunun dışında günümüzde olduğu gibi asla düğünlerde ve benzer eğlencelerde dönülmez. Semahın dönüldüğü ortam mutlaka özel ve dinsel anlamı olan bir ortam olmalıdır. Yani ilahi bir sırdır. Öyle günümüzde yapılanlar gibi herkesin kolunu açarak yapacağı bir dans değildir.


SEMAHIN BAZI ÖZELLİKLERİ
Semahı kadınlar ve erkekler oynar/döner. Semah Cemlerde dönülür. (Bunun dışında Alevi inancını tanıtan toplantılarda dönülür.) Semah sırasında Alevi ozanların deyişleri bağlama eşliğinde okunur. Semah sırasında el ele tutuşulmaz, ayaklar çıplaktır. Ya karşı karşıya ya da Halka şeklinde dönülür.
Semah ağır çalınan ve söylenen nefesler eşliğinde dönülür. Nefesler giderek hızlanır, buna bağlı olarakta Semah dönenler hızlanır. Semahçılar Dede/Mürşidin oturduğu bölüme sırtlarını dönmezler. Bölüme geldikleri zaman yüzleri çerağa dönük ve boyunları hafif bükük geçerler.
Özü aynı olan ama farklılıkları tali olan bir çok Semah türü vardır. Belli başlı Semah türlerini sıralayabiliriz :
· Miraçlama
· Ali Nur Semahı
· Kırklar Semahı
· Turnalar Semahı
· Erkân Semahı
· Gönüller Semahı
· Ya Hızır Semahı
· Nevruz Semahı
· Hacı Bektaş Semahı
· Muhammed Ali Semahı
’Semah’, evliyanın Hak aşkıyla coşup, kolunu kanadını çırparak uğunmasıdır ve Kırklar katında en büyük ibadetten biridir. Çünkü Hak semasıdır. Bu kutsal ibadet, bir takım insanlar tarafından layık olmayan yerlerde, (mesela, eğlence yerlerinde, gösteri amaçlı, halk oyunlarına benzetilerek) uygulanmamalıdı r. Semah, Muhammed – Ali yoluna yakışan bir ibadettir. Bu yola gönül veren insanların ibadet için toplandıkları yere de Cemevi denir."
Zöhre Ana



Semah hakka açılan bi koldur. Kültür tanıtmak için dernek açılışlarında, eğlence yerlerinde dönülmez. Bazı insanlar cem adı altında, (cem yaptıklarını düşünerek) içkili ortamlarda semah döndürüyorlar. İçkili ortamda ibadet olmaz.




[COLOR="#0000FF"]"İçki ibadette içilecek kadar kutsal bir içecek ise sokaktaki ayaşların elinde ne geziyor. İçki sokaktaki ayaşların elinde gezen bir içecek ise ibadette ne işi var." Zöhre Ana
Benden evvel ben oldum
Beni bende ben buldum
Sahralara indim durdum
Bana Ali dediler

Merdan idim dirildim
Her bedene verildim
Kırk Kapı dört makamda
Öldüm öldüm dirildim.

Mürşit Zöhre Ana..
Administrator
Sorularla Alevilik nedir?
Alevilik nedir?

Alevilik; Hak Muhammed Ali,12 İmam ve Ehlibeyt yoluna verilen en genel isimdir. Bu yolun yüceliğini, Muhammed-Ali ve onlardan sonra gelen Ehlibeyt can cömertliği yaparak göstermiştir. Alevilik,bir yolun adıdır. Temeli inanç, ibadet, sevgi, saygı, hoşgörü,doğruluk,dürüstlük gibi ulvi değerlere dayanır. Bu yolda asla ve asla dil,din,ırk,mezhep ayrımcılığına yer yoktur.Temel Alevi inancı ve ibadetleri arasında namaz, Muharrem Yası Matemi, cem, semah, Musahiplik yer almaktadır. Aleviler, mezhep(gidilen yol) olarak İmam Cafer mezhebine aittirler. ]Alevilik, tarihin görüp göreceği en büyük,en kutsal inanç sistemine sahiptir.Çünkü Aleviliğin temeli Ehlibeyt nesline dayanır.Keza Ehlibeyt Muhammed Ali neslidir.


Administrator
Sorularla Alevilik nedir?
]Alevilik Nedir?
Allah, Muhammed, Ali kutsallığını kalbinde taşıyan , Hz.Ali’nin adaletinden ayrılmayan temelinde insan sevgisi bulunan her dine , mezhebe ser inanca saygı duyan ve hoşgörü ile bakan, dil, din, ırk, renk , farkı gözetmeyen eline diline sahip olma ilkelerini şart koşan, gelmek isteyen, inançlı insanları çatısı altına alarak manevi susuzluklarını gideren, insanları yaşadıkları toplumda kendi istekleriyle kendi kendilerini yargılamalarını sağlayan, laik,demokrat, eiştlikçi, katılımcı, paylaşımcı düşünceyi savunan, zalime ve zulme karşı gelen, mazlumun yanında olan, şeriatın bağnaz kuralllarına bağlı olmayan, ve onu reddeden, İslam dinini kendine göre ve sunni inancın dışında yorumlayan, aslı doğruluk, kemali dostluk, cevheri, merhamet, görüşü eşitlik, hazinesi bilgi, meyvası sevgi hamuru ile yoğrulmuş, insanı Kamil ve erdemli insan yaratmayı ön gören, korkuyu aşıp sevgi ile tanrıya yönelen, Enel-Hak ile insanın özünde tanrıyı gören, yaradan ile yaradılan ikiliğinen Varlk Birliğine varan, edep ve ahlaklığı yaşamın temeline oturtan, insanı yücelten, hamurunda hem ilahiliğin hemde irfaniliğin mayası bulunan; kişinin ahlaklı ve karakterli yaşam ilkelerini belirleyen, Hz. Muhammed ve Hz. Ali’den gelen neslin imametini teberra ve tebelle ilkesi ile sahiplenen, dini biçim ve şekil olarak değil, gerçek anlamıyla algılayan, dini bağımsız bir irade gücü ve batını özelliği ile evrimleştiren akıl ve iman bütünlüğünde birleştiren ve tüm bunları Kırklar Cemi ile yürüten bir inanç sistemidir. Alevilik Aleviler için üst kavramı, Bektaşilik ve Kızılbaşlık ise alt kavramları oluşturur.

Alevilikte Allahtan başka Tanrı Yoktur.
[U]]Kızılbaşlık Nedir?
[/U]
Kızılbaş, Allah’ı ve Resulü uğruna kendini adamış, onların yolunda canından ve malından vazgeçmiş, bu yolda ölmek var dönmek yoktur yeminini başına sardığı kırmızı sarık ile ilan eden kişilerdir.
[U]]Bektaşilik Nedir?
[/U]
Türkiyede babagan ve dedegan kollarına bağlı Aleviler kendilerini Bektaşi olarak tanımlarlar.
[U]]4 Kapı 40 Makam Nedir ?
[/U]
Yolumuzun erkanı 4 Kapı 40 Makamdır. Bu 4 Kapı ve 40 Makam şöyledir.
4 Kapı;
  • [*=left]Şeriat Kapısı
    [*=left]Tarikat Kapısı
    [*=left]Marifet Kapısı
    [*=left]Sırr-ı Hakikat Kapısı [B]1-Şeriat Kapısının Makamları[/B];
    • [*=left]İman getirmek
      [*=left]İlim öğrenmek
      [*=left]Namaz, oruç, zekat ve hac ve gaza eylemektir ve cenabetten arınmaktır.
      [*=left]Helal istemek, kazanmak, faizi haram saymaktır.
      [*=left]Nikah Kıymak
      [*=left]Hayz ve Nifazın Nikahı haram eylemesi
      [*=left]Arı giymek, arı yemek
      [*=left]Sünnet-i Cemaat
      [*=left]Şefkat
      [*=left]Emri marut, yaramaz işlerden kaçınmak.
  • [B]2- Tarikat Kapısı:Eğitim ve öğretim müessesesidir[/B]
    • [*=left]El alıp tövbe kılmak
      [*=left]Mürid olmak
      [*=left]Saçın gidermek ve libasını giymek (gösterişsiz kılık kıyafette bulunmak.)
      [*=left]İnsanın nefsi ile mücadele etmesi
      [*=left]Hizmet etmek
      [*=left]Korku (hata yapmaktan, gönül kırmaktan,kötülük yapmaktan kork)
      [*=left]Umut tutmak
      [*=left]Hırka, (sadelik), Zembil(Hakkın yolunda giden, ulu tanrının dostluğunu arayan , kendisine tanrıtanrı sevgisinin ateşiyle yol gösterecek aydınlatıcı aramak için durmadan gezip dolaşmayı), Makas(dünya ile ilgili her türlü ihtirasın tehlikeli olabilecek her türlü düşüncenin zihinlerden sökülüp atılması), Seccade (Tanrının karşısında insan oğlunun ne kadar aciz olduğunu kavrayarak kibir hırs kendini beğenmişlik gibi duygulardan uzak durmak), İbret , Hidayettir.
      [*=left]Sahib-i makam sahib-i cemiyet, (Çevresinde kendisine ve bilgisine güvenen bir topluluk oluşturabilecek bir kişi sahib-i cemiyet olacak)
      [*=left]Aşk ve Şevk ( Bu makama gelmiş Hak , bu kapıda aldığı gereli bilgi birikimi ile, belli bir olgunluk düzeyine ulaştıktan sonra ve sağlam ahlak değerlerine sahip olduktan sonra yoluna yine devam ederek o kutsal amacına ulaşmak ister bunun özlemini duyar. Böyle özlemi duyan Tarikat kapısından Marifet Kapısına gelmiştir.
  • [B]3- Marifet Kapısı[/B]
    • Bu kapıda Yolun Talibi daha derin araştırmalar ve incelemeler yaparak doğruları ve Hakkı daha derinden keşfedecektir.
      [*=left]Edep (Yolumuzun ahlak kurallarına aykırı hiçbir davranışta bulunmamaktır.)
      [*=left]Korku ( İnsanları çirkin ve zararlı düşüncelerden koruyacak bir güç kaynağıdır.)
      [*=left]Perhis/ Yetinmek ( Her türlü aşırı istek ve yönelişlerden ve her türlü aşırı düşünce ve duygulardan perhizkarlık yapması)
      [*=left]Sabır / Kanaat (İnsan ancak sabır ile karşılaştığı zorlukların üstesinden gelir.)
      [*=left]Utanmak (Utanma duygusunu hisetmek ve taşımak olgunlaşmanın bir çok başka önemli ve değerli ögesini oluşturur.)
      [*=left]Cömertlik ( Bir insan , bir arif kişiye gerçek bir tanrı dostuna cömertlik yakışır.)
      [*=left]İlim ( İnsan ancak ilim ile yolunda sağlıklı yürüzebilecektir.)
      [*=left]Miskinlik (Gösterişsiz yaşamak)
      [*=left]Marifet ( Kaynağını bilimden ve ulu Allaha karşı duyulan sonsuz bir sevgi , bir doyumsuz aşkve bitmez bir özlemden alan hem bilim hemde sezgi ve içe doğma yoluyla yüce tanrının zatıve kainatın oluşumuyla ilgili tüm sırları sakladığı tüm gerçekleri bilme alma halidir.)
      [*=left]Kendini bilmek (Kendini bilen kişi Hakkı da görmüş olur. Ve insanı-ı Kamil olmak yolunda büyük bir adım daha atılmış olur.)
    [B]4- Hakikat Kapısı[/B]

    • İnsan bu kapıdan geçtikten sonra Tanrı dostluğuna kavuşmak o sonsuz deryaya ulaşarak , orada eriyerek yok olan bir damla haline dönüşmenin hazzını tadar. Bundan sonra dönüp insanlığa hizmete gitme kapısıdır.
      [*=left]Toprak olmak ( alçak gönüllü olmak)
      [*=left]72 Milleti ayıplamamak (Dünya insanlığının hiç birini hor görmemek ve ayıplamamaktır.)
      [*=left]Elinden geleni men kılmamak (Kişisel fedakarlıklar yaparak dilek sahibinin derdine derman olmaktır.)
      [*=left]Herşeyin kendisinden güven kılması (
      [*=left]Tanrıya rıza göstermek
      [*=left]Sohbet
      [*=left]Seyir (İnsan tasavvuf felsefesine göre 3 önemli yolculuk yapar. 1- Tanrı katında bir aslı ve gerçeği olarak yaratılır ve dünyaya gelir . 2- dünyada insanlar kamil olabilme uğruna verdiği çabalar sonucunda makamına ulaşır. 3- Tanrıya seyirdir.
      [*=left]Sırr (Gerçek olan tek varlık Yüce Allah’ın varlığıdır. Dolayısıyla gerçekle ilgili sırlar , Allah’a ait sırlardır.
      [*=left]Münacattır. (Tanrıya ulaşma , O’na sığınmadır.)
      [*=left]Müşahade (Tanrının cemalini görebilmek o erişilmez zevke erebilmek yeri , mutlak gerçeğe ulaşmaktır.)
Kırklar Cemi: Alevilerin bugün sürdürdükleri, erkanları 12 hizmetin yapıldığı ‘yol’ a CEM denir.
]HZ. ALİ: ] Alevi yolunun kurucusu, İmamların başı, Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in babasıdır. Tarikatta ‘Yol Ali’nin ‘ deyimi ile anılır. Hz. Muhammet ile aynı gömleğe girdiği ( bir olduğu ), bu yüzden Hz. Muhammed’le ayrı tutulmaması gerektiğine inanılır.
ALLAH”IN ARSLANI IMAM HZ.ALI
]EHL-İ BEYT
Hz. Muhammed’in kızı Fatıma anamızdan gelen soydur. Bu soya giren her kişi Alevi için kutsal önderdir.
  • [*=left]1-Hz. Muhammed
    [*=left]2-İmam Ali
    [*=left]3-Hz. Fatma anamız
    [*=left]4-İmam Hasan
    [*=left]5-İmam Hüseyin
]ERKAN NE DEMEKTIR ?
Sözlük anlamı olarak esaslar, direkler demektir. Alevilik erkanı denildiğinde Aleviliğin esasları , yol kuralları , kısacası yolu anlaşılır. Alevilik yolunda 7 farz 3 sünnet vardır. ]3 SÜNNET
  • [*=left]Allah’ın birliğine inanmak,
    [*=left]Kalbinde adavet olmamak, kötülük etmemek,
    [*=left]Tarikatın emirlerini yerine getirmek
]7 FARZ
  • [*=left]Mürebbisine düşe
    [*=left]Müsahib ola
    [*=left]Taç uruna
    [*=left]Sırdar ola
    [*=left]Yar a yar ve özü ulu ola
    [*=left]Beli Berk ola
    [*=left]Hakk’a sohbet kıla
]CENNET –CEHENNEME İLİŞKİN İNANCIMIZ NEDİR?
Her ne kadar cennet cehennem kavramları Alevi literaturunda da çokça yer almakta ise de, Kur’an da anlatılan biçimiyle bir Cennet- cehennnem anlayışı Alevilikte hakim değildir.
]MUSAHİPLİK NE DEMEKTİR ? ?
Musahiplik yol kardeşliği demektir. Alevi inancına göre evli her Alevi kendisine denk düşebilecek başka bir evli Alevi ile dinsel bir kardeşlik tutar; bu aynı zamanda kendisinin ahiret kardeşidir. Öz kardeşlik kurallarından daha ağır kuralları olan bu yol kardeşliği Alevilikte farzdır.
]GÖRGÜ NEDİR ? DÜŞKÜNLÜK NEDİR ?
Alevi yolunda her talib , yılda bir kez tüm topluluğun ve pirinin huzurunda, o yıl içerisinde yaptıklarının ve yol kurallarına uyup uymadığının hesabını verir. Burada hem dinsel hem dünya evi sorunlar , sorumluluklar söz konusudur. Eğer kişi, topluluk tarafından kabul görülmeyen hatalar, fenalıklar yapmamış ve kuralları yerine getirmişse, pirin ve orada bulunan yol erenlerinin izniyle görülmüş olur.
Komşuluk ilişkilerinde hoşnutsuz, yol kurallarına aykırılık gösteren kişiler düşkün bırakılırlar. Düşkünlük bir anlamıyla toplumun dışına çıkarmak , cemaatten atmak anlamına gelir. Cezanın büyüklüğüne göre geçici ya da sürekli düşkünlükler vardır.
]ALEVİLİKTE AHLAK SİSTEMİNİN TEMELİ NEDİR ]?
Alevi sisteminin temeli ; eline , beline, diline hakim olmaktır. Eline demek, kendisine izinli olmazan şeylere dokunmamak; beline demek; kendi eşi dışında hiç kimseyle cinsel ilişkide bulunmamak; diline demek ; yalan söylememek demektir.
]KURBAN
Hakk’a sunulan , eti yenilen hayvana kurban denir. Alevilikte Allah yoluna, İnanç yoluna, ululara ve Hakk’a yakınlaşmak için kesilir.
]ADAK
Bir dileği yerine getirmek, bir tehlikeden korunmak için gücüne inandığımız şeylere vaad edilen şeylere denir.
]LOKMA
Dualanmış bir yiyeceğin her parçasına denir. Dedelerden ululardan lokma almak sevaptır.
]DEM
Kan, zaman, an, soluk anlamına gelir. Alevilikte ‘dem’ kuralları gereği alınan kutsal içki, dualı içki anlamına gelir.
]MUHARREM ORUCUNUN ANLAMI NEDİR?
Kurban Bayramı Hicri Takvim'e göre Zilhicce ayının 10. günü başlar. Kurban Bayramının 1'nci gününden başlayarak 20 gün sayılır. 20'nci günün akşamı Muharrem Orucu için niyet edilir ve oruç başlar. Muharrem Orucundan önce 3 günlük ]MASUM-U PAK ORUCU tutulur. Bu oruç Küfe'de şehit düşen Müslüm Bin Akıyl ile çoçukları ibrahim ve Muhammet için tutulur. Müslüm, imam Hüseyin'in amcasının oğlu ibrahim ile Muhammet ise amcasının torunlarıdır. 3 günlük Masum-u Pak ve 12 günlük Muharrem Orucu olmak üzere toplam 15 gün oruç tutulduktan sonra Muharrem Ayının 13'ncü günü kurbanları tığlanır ve AŞURE dağıtılır. Kurban imam Ali Zeynel Abidin'in Kerbela Katliamından kurtuluşundan duyulan sevinci belirtir. Muharrem Ayında eğlence yapılmaz, bıçağa ve kesici aletlere el sürülmez, düğün-nişan-sünnet törenleri yapılmaz, karı koca ilişkileri kesilir, kurban kesilmez, et yenilmez. Kerbela şehitleri'nin çektikleri susuzluğu hissetmek için su içilmez, eğlence yerlerine gidilmez, saç ve sakal traşı olunmaz.
Günümüzde bunların bir bölümü uygulanamamaktadır. Örneğin, sakal traşı olmamak gibi...
Su saf olarak içilmemektedir. Vücudun su ihtiyacı yenilen yemeklerden, çay-kahve-meşrubat-meyve suyu-ayran gibi sıvı içeceklerden karşılanır.
Alevi inancı şekilciliğe takılıp kalmayı değil, özü benimser. Aklın ve ilmin yolundan ayrılmaz. Önemli olan imam Hüseyin'in ve diğer Kerbela şehitleri'nin çektikleri acıyı ve zorlukları beyninde, kalbinde ve gönlünde duymaktır. Onlar gibi düşünüp, onlar gibi yaşayıp, onlar gibi inanmaktır. Zalime karşı çıkıp, mazlumdan yana olmaktır. Eline-diline-beline sadık olup insanca ve onurluca yaşamaktır. Onlara layık olmaktır. Ölmeden önce ölmek, öldükten sonra yaşamaktır. Yaşayan ölü olmamaktır. Yarın onlar'ın huzuruna alnı açık yüzü pak çıkmaktır. Onlar'ın bıraktığı onurlu mirasa sahip çıkmaktır.
Belirlenmiş bir iftar vakti'de yoktur. Akşam olup güneş batınca, karanlık gözle görünce oruç açılır. Gece sahura kalkma uygulaması Muharrem Orucu'nda yoktur.
Oruç tutulmadan önce (yatmadan önce) şöyle niyet edilir. Niyetten sonra Muharrem Orucu başlar.
BiSMi ŞAH. ALLAH ALLAH. ERENLERiN HiKMETiNE. ER HAK MUHAMMET-ALi AŞKINA. iMAM HÜSEYiN EFENDiMiZiN SUSUZLUK ORUCU NiYETiNE. KERBELA ŞEHiTLERi'NiN TEMiZ RUHLARINA MATEM ORUCU NiYETi iLE HZ. FATMA ANAMIZIN ŞEFAATiNE. 12 iMAM, 14 MASUM-U PAK EFENDiLERiMiZiN ŞEVKiNE, 17 KEMERBESTLER HÜRMETiNE HAZIR-GAYiP GEÇEK ERENLERiN YÜCE HÜMMETLERi ÜZERiMiZDE HAZIR VE NAZIR OLA. LANET MÜNKiRE. LANET YEZiD'E. RAHMET MÜMiN'E ALLAH EYVALLAH. HÜ
Administrator
Sorularla Alevilik nedir?
KISACA ALEVİLİK Nedir?

Aleviler ve Alevilik:
Aleviler özelikle Türkiye ve az miktarda komşu ülkelerde yaşayan inançsal bir topluluktur. Yaklaşık 20 milyonluk bir nüfusla, Türk, Kürt, Zaza ve diğer halklardan oluşan Aleviler Türkiye nüfusunun üçte birini oluşturmaktadır. Danimarka’da yasayan Türkiyeli göçmenlerin de yaklaşık 1/3 Alevidir. Aleviler, inanç, yaşam şekli ve kültürleriyle, Türkiye nüfusunun diğer kesiminden önemli oranda farklıdırlar.


Alevilik Nedir?
Alevilik inanç, kültür ve toplumsal yaşamı kapsayan, 3 boyutlu bir öğreti, birçok inancın kaynaşmasından oluşan kendine özgü bir inançtır. Aleviler öğreti ve inançlarını Hak-Muhammed-Ali, Hünkar Bektaş Veli kamili insanlık yolu, kısaca ’YOL’ olarak tanımlarlar.
Alevi-Bektaşi inancın temel ilke ve ikrarnamasi: Eline Diline Beline (EDEBe) sahip olmaktır.

Alevilikte tanrı inancı;
Aleviler insan ve doğanın uzaydaki tüm varlıkların birliğine, (Vahdeti-Mevcut = varlığın birliği) aynı kaynaktan oluştuğu düşüncesine ve tanrının (Allah’ın) bunların toplamı olduğuna ve tanrının, alemde en mükemmel varlık olan insanın özünde olduğuna inanırlar.


Alevi öğretisinden bazı deyimler:
Her ne arar isen kendinde ara. - Benim Kabem insandır. - Okunacak en büyük kitap insandır. - İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. - Bilim bizim yolumuzdur. Sevgi bizim dinimizidir, başka dine inanmayız. - Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma. - Enel-Hak (gerçek, tanrı benim)Bu deyimlerden de anlaşılacağı üzere, Alevi öğretisinde (inancında) insan, bilim ve sevginin çok önemli bir yeri vardır.

Aleviliğin kültürel boyutu:
Müzik,deyiş/şiir ve her türlü sanatı kapsar. Alevilerde özelikle deyiş ve semah duygu ve düşünceleri yaymak dile getirmek için bir araç olarak kullanılır, aynı zamanda bir tür ibadettir. Aleviliğin Danimarkalılarında bildiği ’dansende -dervisher’ (dans eden dervişler) ve sufizmle (tasarrufla da) yakın ilişkisi vardır.

Aleviliğin toplumsal boyutu:
Alevi toplumunda, zor yoktur, her şey, gönüllülük (rıza) üzerine kurulmuştur. Alevilerin toplumsal ütopyası, özlediği toplumsal düzen: Yarin yanağından gayri her şeyin paylaşıldığı, insanları ezmeden ezilmeden mutlu yaşadığı bir tür sosyalist bir düzendir.

Alevi öğretisi:
Doğada olduğu gibi, her şeyin değiştiği ilkesinden hareket eder. Kurallar, sınırlar ve yasaklar topluluk tarafından konulur ve kaldırılabilir. Alevi toplumunda 72 millete bir bakılır, toplumda herkes (ırk, milliyet, cinsiyet (kadın-erkek), eşit, aynı hak ve sorumluluklara sahip olmalıdır.. Aleviler tüm dinlerin temel/öz buyruklarına saygı duyarlar. Irkçılığın, milliyetçiliğin, fanatikliğin Alevi dünya görüşünde (felsefesinde) yeri yoktur.

Aleviliğin tarihi
M. sonra 800-1100 yıllarında Orta Asyada göçebe halinde yasayan Türkler Ortadoğu ve Anadolu’ya gelirken ’bavullarında’ kendi inançları (Şamanizm) dışında Budizm ve diğer inançlardan da bir şeyler getirmişlerdir. Anadolu’da bu inançlar, eski İran, Kürt inançları (Zerdüşt vs.) Ve ayrıca, Yahudililik, Hıristiyanlık, İslam ve eski Yunan doğa felsefesinden unsurlarla karışmış ve daha sonraları (Batınilik, Kızılbaşlık, Bektaşilik) ve sonuçta Alevilik olarak ortaya çıkmıştır.
Alevilik: Anadolu’da yasayan çeşitli halk ve kültürlerden oluşmuş ve o tarihte var olan hakim din ve toplumsal düzene karşı bir muhalefet hareketi olarak ortaya çıkmış ve gelişmiştir.


’ALEVİ’ kelimesi:
Alevi kelimesinin çeşitli sembolik anlamları vardır: Felsefi anlamda alevi kelimesi; her şeyin ’alevi’ öz kaynağı, ’nur’ kutsal yaratıcı güce bağlanır. Doğada her şeyi hareket ettiren enerji ve canlılarda yasam gücü olarak kabul edilen aşk/sevgiye bağlanır. Diğer inançsal ve toplumsal yönüyle de; İslam peygamberi Muhammed’in amca oğlu ve damadı Hz. Ali’ye bağlanır.İslam’ın o zaman ki Arap toplumunda ki hakim güçlere karşı bir devrim olarak ortaya çıkmasında büyük emeği geçen fakat, İslam dini iktidar olduktan sonra ailece, (Eehli-Beyt olarak) haksizlik ve zulme maruz kalıp katledilen Hz. Ali ve yandaşlarına sevgi ve düşüncesine bağlılığı simgeler.

Alevilik ve İslam
Aleviler bütün dinlerin olduğu gibi, İslam’ında temel/öz buyruğuna inanır/saygı duyarlar, fakat oruç, namaz, haç vb. gibi ibadet ve birçok yüzeysel kural ve Kuran yorumlarına uymazlar. Ayrıca Aleviliğin temel inanç ve ibadet kurumu olan CEM ve cemde olan hiç bir uygulama bilinen islam kuralları içinde yoktur..


Alevilik öğretisi (4 Kapı - 40 Makam):
1200 yıllarında yaşamış ve Alevilerce Pir kabul edilen ’Hünkar Bektaş Veli’ tarafından kurulmuştur. HBV’nin öğretisi, 4 kapı-40 Makam üzerine kurulmuştur. Sırayla Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat, olarak isimlendirilen 4 Kapı, yine sırayla; Yasa - yol - eylem - Hakikat anlamındadır. Ve Hünkar Veli, bu 4 kapıyı, uzayda bulunan ve her zaman hareket hainde olan 4 ana maddeye hava, ateş (enerji) su, toprağa ve bunları da CANa bağlamaktadır. Buna 5 unsur denir. Hünkar ’Bektaş’ ismi de bu beş unsur (beş-taş) tan gelir. Burada hareket ettirici güç ateş/enerjidir. ’Her şeyin bir yüzü, bin özü vardır’ önemli olan bu özleri bilmek öğrenmektir.


40 Makam:
İlk makamı iman (inanmaktır): HBV: ’İnanmak akıl, mantık, bilim üzeredir, akla mantığa sığana kalbinden sahip çık’ ve ’İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır’ diyor. Kırkıncı son makam ise: Kamili-insan, Enel-Hak olmak (Kendini tanrı yerine koyabilecek, bilgi ve olgunluğa ulaşma) makamıdır. Kısaca insan, bilim ve sevgi yolundan 4 kapı-40 makamdan geçerek (tanrıya) tanrısal bir olgunluğa ulaşabilir.


Aleviler tarih boyu ezilmişler:
Aleviler tarih boyu, hakim güçlerin baskı sömürü sistemlerine karşı (inançsal, kültürel ve politik) yönden muhalefet olmuşlardır. Aleviler inançları yüzünden, yüzyıllarca iktidarlar, cahil kitleler ve fanatik dinciler tarafından baskı altında tutulmuş, katliamlara maruz kalmıştır. Buna karşı Aleviler örneğin Osmanlılar döneminde 200"ün üzerinde halk ayaklanmasına öncülük etmiştir. Alevilere ve aydın lâik insanlara yönelik bu iktidar destekli, fanatik-dinci saldırıların en son örneklerinden biri 2 Temmuz 1993"te Sivas’ta olmuştur. Pir Sultan’ı anma şenlikleri altında yapılan etkinliklere katılan 33 aydın, sanatçı ve semahçı genç, güvenlik güçlerinin göz yumması nedeniyle, cahil fanatik kitlelerce kaldıkları Madımak Otelinde, yakılarak katledilmiştir. Yüzlerce yaralı arasında, uluslararası alanda tanınmış, yazar Aziz Nesil’de vardı.


Alevilikte Semah ve Cem;
Semah Alevilerin geleneksel ’dansıdır’, bir çeşit ibadet biçimidir. Semah kelimesi; gökyüzü/uzay ve müzik ve sözle öğrenme anlamına gelir. Ayrıca evrende ki her şeyin hareket ettiğini, bir dönüşümden geçtiğini sembolize eder. Semahta insan duygusal bir dünyada uzayı/alemi dolanıp, aradığını yine kendinde bulması sergilenir. Semah normal olarak Alevilerin CEM dedikleri özel toplantılarında dönülür.


Alevilikte CEM:
CEM ’birlik’ demektir. Burada ki birlik hem insanin kendini bilmesi, toplumsal dayanışma, alemdeki varlıkların birliğini kapsar. Cem, derneklerde yapılan genel kurullara benzetilebilir. Cem’de tüm üyeler kendilerini görgüye/ toplum içinde sorguya (dara) çektirirler. Bu yönüyle Cem, bir tür halk mahkemesidir.
Alevilerin kişisel sabit, belirli, yer ve zamanda yapılan ibadet şekilleri yoktur. Önemli olan her an (ibadetli) iyi insan olmaya çalışmaktır.
Aleviliğin en önemli kurumlarının ve ibadetlerinin basında Cem gelir ve topluluk istediği zaman, uygun herhangi bir yerde yapılabilir.

Cem in kaynağı İslam öncesi eski Türk ve Iran inanç ve kültürlerinin İslam la birleştirildiği KIRKLAR MECLİSİ (CEMi) inancına dayanır.. 19 Kadın, 21 erkeğin ve Hz. Ali’nin de olduğu bu Ceme/meclise, Hz. Muhammed Peygamber olarak değil, Hadümül-fukara, fakirlerin hizmetçisi olarak girebilmiştir.. Hizmet Alevilikte en önemli unsurlardan biridir, yola hizmet için girilir, halka hizmet, hakka hizmet olarak kabul edilir.. .

Bir kaç çeşit Cem vardır. Fakat hepsinin gündeminde, 12 hizmet vardır. 12 hizmetin; sosyal, kültürel, politik, ahlâksal, pratik ve inançsal anlamları vardır. Cem’de kadın erkek, yaşlı, çocuk eşit sayılır, herkes birbirine CAN veya bacı kardeş diye hitap eder. Cem’de 12 hizmetten birisi de semahtır.


Alevilikte Semah ve sembolik anlamları:
* Semah normalde Cem’de dönülür (dönmek hiçbir şeyin durmadığını ölmediğini hareket edip değiştiğini sembolize der. * Semah, Cem dışında ayrıca; toplumsal içeriği olan toplantılarda ve tanıtmak amacı için dönülebilir. Başka yerlerde düğün, eğlencelerde vs. kurallarına uyulamayacağı için, semah dönülmesi uygun görülmez.
* Yüzün üzerinde semah çeşidi vardır, hepsi için geçerli olan, ağır tempoyla baslar, hızlanır ve yavaşlayarak durur. Duyguların/ruhun uçuş ve geri dönüsünü sembolize eder.
* Cemde ve Semah dönülürken normalde çırağ/mum yakılır. Bu ışık, bütün alemi hareket ettiren/yaratan ilâhi NUR olarak kabul edilir. Ayrıca alevi/enerjiyi, bilim ve sevgiyi-aşkı sembolize eder.
* Semahta kadın ve erkek şarttır, bununda birlik, eşitlik, yaradılış, sevgi, karşıtların birliği gibi çok derin anlamları vardır.
* Semah yalın ayak dönülür, duygular dünyasında uçulsa da gerçeğe, doğaya/toprağa bağlılığı sembolize eder. (Oku; benim sadık yârim kara topraktır. A.Veysel)
* Semah günlük, fakat temiz elbiseyle dönülebilir, bazı semahlar dışında (üryan semahı) özel elbise gerekmez. Genelde bele, kendini kontrol etmeyi (Eline Diline Beline sahip olmayı) ve sevdiğine (yola) bağlılığı sembolize eden bir kuşak (kemerbest) bağlanır.
* Bazı semahlarda avuçlar yer ve gökyüzüne döndürülür, yerle gök arasında (1. kapı hava ve 4 kapı toprak / tanrı ve insan) arasında bağ kurulur.
* Gözler genellikle el/avuç içine bakar, bu da aynada kendini (insanda tanrıyı) görmeyi, sembolize eder. (Aynayı tuttum yüzüme Ali göründü gözüme. Nazar eyledim özüme Ali göründü gözüme)
* Semahta kalbe, (döşe) götürülen eller, Alevilerin bir tür selamıdır. İçten ve kalpten sevgi ve yola bağlılığı sembolize eder.
* Bazı semahlarda eller dairenin dışından içine uzatılır. Bu Haktan, hakkıyla, helâl alıp, halkla ’yarin yanağından gayrisini paylaşmayı’ sembolize eder.
* Bazı semahlardaki figürlerde doğadaki canlı varlıkların (hayvanların, bitkilerin) özeliklerini, emek, sevgi, birlik vbg. çeşitli konuları sembolize eder.

Alevilik insanlık yoludur.

(Feramuz Acar. Pir-Der. Randers)

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren Pir Zöhre Ana Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri İletişim bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.