You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

Tanrının doğuşu, insanın sonu

Tanrının doğuşu, insanın sonu

Junior Member
Tanrının doğuşu, insanın sonu
Her şey bugün mezhep ve din savaşlarıyla kana bulanan, Güneybatı Asya’da başladı.
Her şey bugün mezhep ve din savaşlarıyla kana bulanan, Güneybatı Asya’da başladı. Bitkilerin kültüre alınması, hayvanların evcilleştirilmesi, evin, kamusal alanın inanç, yazı, sanat gibi insanlık tarihine yenilikler getiren bereketli kültürel coğrafya zaman içinde aşındı, bağnazlaştı, yozlaştı. Yeni dünyaya ayak uyduramadığı için de eskidi. Eski Dünya oldu, petrole bulandıkça fosilleşti. Cinayetin, işgalin Tanrıların adıyla yapıldığı, Tanrıları istiyor diye ötekilerin yok sayıldığı, hakir görüldüğü, aşağılandığı bir coğrafya haline geldi.

1970’lerin sonunda Fransız araştırmacı Jacques Cauvin ****forik bir dille, MÖ. 9700’lerdeki sosyo-kültürel dönüşümün, inanç sistemlerinin ve tarımın ortaya çıkmasının en önemli sebebi olduğunu söylüyordu. Cauvin’e göre farklı avcı-toplayıcı kimliklerin ortaklaşarak, yerleşik köylerde yaşamaya başlamaları sembolik öğelerin ortak bir tür yazı dili ve kozmos oluşturmasıyla meydana gelmişti. Oysa o döneme kadar yaygın görüş, yerleşik yaşama geçişin besin üretimiyle ilişkili olduğu yönündeydi. Arkeologlara göre ilk yerleşik köy toplulukları tarımsal faaliyetlerle o kadar meşgullerdi ki, karmaşık olmayan, o basit sosyal örüntülerinde ana odakları tarımdı. Sadece arkeologlar için değil, bir çok siyasi teorisyen için inanç, artan üretimin kontrolü için kullanılan bir araç olarak görülüyordu. Bu etkiyle arkeologlar ilk yerleşik topluluklara ilişkin yaptıkları kazı ve araştırmalarda uzunca bir süre sembolik öğeleri görmezden geldiler. Teknoloji, tarım ve evcilleştirmeye, üretim ve tüketim dinamikleri bağlamında odaklandılar. İnancın ise tüm bu gelişmelerin sonucu olduğunu düşündüler.

Meselenin sanıldığı gibi ekolojik koşullardaki iyileşmeyle ilişkili olmadığını düşünen Cauvin’e şüpheyle yaklaşıldığı yıllardı. Klaus Schmidt o yıllarda gelecekte yapacağı büyük keşiften habersiz, Elazığ müzesinin deposunda doktora tezi için malzeme incelemekteydi. Cauvin 1994 yılında yayınladığı ’Naissance des divinités, Naissance de l’agriculture: Tanrıların doğuşu, Tarımın ortaya çıkışı’ isimli kitabında inancın nasıl bir süreçle ortaya çıktığını arkeolojik verilerle ortaya koymuştu. Schmidt ise sadece kendi akademik seyrini değil, dünya tarihini değiştirecek önemli bir merkezde, Göbeklitepe’de kazılara başlamaya hazırlanıyordu. Yaşamını aldığı burslarla idame ettiren Klaus 1995 yılında hocası Hauptmann adına Göbeklitepe’yi kazmaya başladı. İlk kazı raporundan Schmidt ’Göbeklitepe daha önce görmediğimiz bir olguyu işaret ediyor, görünüşe göre burası toplulukları biraraya getiren çok önemli ritüellere ayrılmış özel bir yer’ derken bile ne derece önemli bir keşifle karşı karşıya kaldığının farkında değildi. Göbeklitepe’de toplanan insanlar, hangi motivasyonla boyları 6 metre civarında, tonlarca ağırlıktaki taşları dikerek inşa ettikleri onlarca kült yapısı bir yana, T biçimli olan dev dikilitaşların üzerlerine yabanıl hayvanlara ilişkin hikayeler kabartmışlardı?

PEYGAMBERLER ŞEHRİ?
Cauvin haklıydı, topluluklar yabanıl dünyayla insan arasındaki ilişkiden bir tür kozmos, dil ve hikaye yaratmıştı. Üst Paleolitik’ten itibaren farklı avcı toplayıcı grupların birbirilerine ilişkin yenemedikleri merakları nedeniyle başlayan biraraya gelme pratikleri Göbeklitepe’de doruğa ulaşmıştı. Topluklar biraraya geldikçe birbirilerine benzemeye başladılar, benzerlikler zaman içinde yerini rekabete bıraktı. Bölgede yoğunlaşan araştırmalar Urfa’da 70 km çapındaki bir alanda Göbeklitepe aynı özelliklere sahip başka merkezin de olduğunu gösterdi. Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı yer, Balıklı Göl’ün çevresi ise bunlardan sadece biri.

Tanrılara daha yakın olma, daha mükemmelini inşa etmek adına yükselen anıtsal rekabet Göbeklitepe’deki ihtişamın nedenlerinden biri olsa gerek. Urfa ve civarındaki bu durum, günümüzden 11.000 yıl önce, henüz Habil ve Kabil ortalarda yokken, farklı avcı-toplayıcılar tarafından, sadece inanç merkezi olarak değil, panayır, şölen alanı olarak kullanıldığı, soyut ve somut her türlü ortaklaşmanın, bilgi paylaşımının ve değiş-tokuşun bölgenin cazibesini güncel kıldığını gösteriyor. Biraraya geldiklerinde sayıları yüzbine yaklaşan farklı toplulukların Göbeklitepe ve çevresindeki merkezlere gelme nedenleri, yaşanan nörolojik değişimle yapılandırılan sembolik hikayelerin derin etkisi olsa gerek. Dahası bu hikaye ve mitler zamanla tek tanrılı dinlerin altlığını oluşturmuş, Urfa’ya peygamberler şehri denmesine neden olmuştur.

Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Prof. Dr. Klaus Schmidt’in Göbeklitepe kazıları sadece arkeolojik okumayı ve insanlık tarihini değiştirmemiş, Urfa’nın yerli yabancı turist akınına uğramasına neden olmuştur. Dünya Kültür Mirası’nın en önemli yerlerinden biri olan Göbeklitepe, kavramsal olarak Mısır piramitlerinden çok daha önemli verileri, inancın, sembolik dilin, mitolojinin ortaya çıkış sürecini üzerinde barındırıyor. Göbeklitepe’nin ne denli sıradışı bir yer olduğunu bizlere aktaran Klaus artık yok, kazarak ortaya çıkardığı ilk Tanrılar ise halen oradalar.

YARINLA DÜNÜN YERİNİ DEĞİŞTİRSEK?
Kendi inşa ettiği Tanrılara sahip olmak uğruna insan Tanrıyı ölümsüz kılarken, adım adım kendi sonunu getirdi, getirmeye devam ediyor. Oysa yarın her şey yeni baştan başlamış olsa, insan bağımlı hale geldiği tüm nesnelerden, teknolojilerden, lüks değerlerden vazgeçebilir mi dersiniz? Aklımız ve elimizle biçimlendirdiğimiz, anlamlar verdiğimi aletlerin gelecekte bizi kaotik bir varlığa dönüştüreceğinin farkında olmadan yaşayacağımız bir kaç naif bin yıl olsa? Otoriter ideoloji ve inancın olmadığı, etnik, dinsel, cinsel ayrımcılığın ne olduğunu bilmediğimiz, savaş sözcüğüne henüz ihtiyaç olmayan, insan zihninin soy kırımları hayal dahi edemeyeceği bir kaç güzel bin yıl olsa önümüzde?

Kendimizi renkler, boyalar ve şekillerle ifade ettiğimiz, hikayelerin, edebiyatın sözlü, çizili, anlık ama değerli olduğu, eşit hak ve olanaklarla doğayla bütünleşmiş kolektif bir yaşama başlasak? Yabani arpa ve buğdayın hasatını kendimize yetecek kadar yapsak, keşfettiğimiz yeni yabani türleri, yeni kokuları, egzotik bitkileri birbirimize ikram ettiğimiz, paylaştığımız şölenler yapsak?

Önümüzde basit aletlerle müzik yapacağımız, şarkı söyleyerek, kök boyalarla resim yapacağımız bir kaç bin yılımız olsa fena olmaz mıydı?

Gerçek devrim tariflendiğinin aksine böyle bir şey olsa gerek.

Kaynak: BİRGUN, 27.07.2014, saat: 16.06
Posting Freak
Tanrının doğuşu, insanın sonu
Gerçekten de insanlar kendi yarattıkları tanrılarla gerçek Tanrının yolundan gitmeyi bırakmış, kendine göre bir inanç sistemi oluşturarak o inanç sisteminin içine hep başka insanları da çekmeye çalışmıştır. Bunu yaparken kendi inancı ile ilgili özeleştiri yapmaktan kaçınmış, sürekli karşısındakinin inancının açıklarını arayıp eleştirmiş, buna karşı kendi inancının doğruluğundan asla şüphe etmemiştir. Bu durum da insanoğlunun inanç uğruna kendi kendisini yok etmesini sağlamıştır...

Bakın bugün Orta Doğuya kendine göre inanç sitemini yalan yanlış yorumlamış aşırı dinci örgütler bir taraftan insanları kendi inançlarına çağırırken bir taraftan da ölüm kusuyorlar...

[COLOR="#800080"]Bu şekil örgütler dünyanın her yerinde vardır. Hepsi aynı kafadandır. Hepsi de kendi inancını gerçek sayar ve diğer inançlara tahammül etmezler. Hepsinin tek doğruları vardır. O da kendi doğrularıdır...

Oysa doğru bir tanedir. Tanrı da bir tanedir. Açılan her inanç kapısı Hakka açılıyor ise doğru odur...

O doğruyu da zaten Tanrı, peygamberleri ve Evliyaları aracılığı ile insanlara göstermiştir. Ancak insanlar nefsi gereği bunları görmezlikten gelmiş gelen her Hakkın elçisini takip etmemiş, kendi nefsi çıkarlarına göre hareket etmiştir...

Bunun sonucunda da ayrı ayrı inanç gurupları ortaya çıkarak bugün olduğu gibi birbirlerine girmişler ve birbirlerini yok etmek için her türlü pisliği yapmaktan geri kalmamışlardır...

Bütün dünyanın bahsedildiği şekilde bir huzura kavuşabilmesi için bütün insanların Hakkın Evliyasının ışığında yürümesi ve Onu rehber edinmesi lazımdır ki bu da ne kadar mümkün olur Allah bilir...

[color=#0000CD]Bugünün tek canlı Evliyası olan Pir Zöhre Ana açmış olduğu Hak kapısı ile bütün insanları bir tutarak ayrım yapmadan kendini duyup gelen bütün ziyaretçilerine birlik ve beraberlik aşılayarak onların dertlerine çareler üreterek Haktan gelen bir Evliya olduğunu kanıtlamış ve bütün insanlığa bir ümit, bir ışık olmuştur. Ancak gelin görün ki insanlar böyle bir ışığı görmek için ne kadar çaba sarf ediyorlar?

[COLOR="#800080"]Bu bütün insanlık tarihi boyunca hep böyle olmuştur. Gelen her Evliya ve peygamber dönemine bakın, insanların kimisi inanmış kimisi inanmamış. Bütün insanlık inanmayınca da gerçeklere gözünü yuman insanlar her türlü çirkinliklere başvurarak hep gerçeklere yürümeye çalışan insanların yollarına taş koymaya çalışmış, bir taraftan da şahsi nefsi çıkarları için birbirlerini yemeye başlamışlardır...

İnsanlarda nefis var olduğu sürece de bu böyle devam edecektir...
Mustafa dediler benim adıma
Bir sıfatı Ali bindi atıma
Şimdi de ZÖHRE ANA geldi sıfata
Duyulsun şanımız Yüce Allah' a

(PİR ZÖHRE ANA)

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren Pir Zöhre Ana Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri İletişim bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.